Kapıyı açtığında, karşısında gene o küçük çocuk vardı ve elindeki kırmızı güllerden oluşan demeti bilmem kaçıncı kez uzatırken hala ilk günkü gibi suskun bir tebessümle yetiniyordu…
Her zaman olduğu gibi 21 adet kırmızı gonca gülü aynı kristal vazonun içine özenle ve hayranlıkla yerleştirdi…
Kimdi bu gülleri kendisine defalarca yollayan centilmen ?… Niçin ismini esirgeyip, saklıyordu ?..
………………………….
Güneş gökyüzündeki saltanatını dolunaya devrederken, ondan çok uzaklarda bir salaş balıkçı meyhanesinde, beyazların egemen olduğu saçları ve sakalları birbirine karışmış ihtiyar delikanlı bağrındaki kor sevdayı gene o tahta masaya yatırmış, içindeki ateşi sanki dudak rengi şarapla daha da körüklemekten acı bir zevk alıyordu…
O’na sorarsanız her şeye, tüm çökmüşlüğüne rağmen mutluydu… Çünkü O’nu düşünmek, hayal etmek, düşlemek bile çaresizliklerin içinde olmasına karşın ona yetebiliyordu…
Orada, üzerindeki onca ismin ağırlığını taşıyan yaşlı ve yorgun masada kazınmış iki baş harfin yanı sıra ne hatıralar saklıydı… Son kadehini dikerken sanki ilk şişeyi açar gibi susamıştı !… O’na, yüzüne, gözlerine, dudaklarına… Gözlerini gittikçe yükselen mehtaba çevirdi… Keşke dolunay bir ayna olsaydı da göz göze gelebilselerdi… O’nun da o an mehtabı seyrettiğini sanki hissetmişti…
…………………………..
Gençliğinden ve güzelliğinden hiç bir şey kaybetmemişçesine yıllara meydan okumuş, acıların ve özlemlerin insafsızca bile olsun üstesinden gelebilmiş kadın dolunaya bakarken içindeki tarifsiz kıpırtılara ilk kez teslim oldu ve kendini ters akıntılara salıverdi…
Yıllar öncesiydi… Boğaz sırtlarında soğuk bir kış gecesi, ıssızlığa, sessizliğe ebe olmuş bir yasak aşkın sımsıcak kareleri gözlerinin önünden akmaya başladı… Çiseleyen sulu karın ıslattığı çimenler üzerinde saatlerce sevişme sahneleri… Vücudunda aynı sıcaklığı kare kare hissetmekteydi… Kanında, canında taşıdığı o ölümsüz aşk virüsüne kendisini teslim etti…
…………………………..
Geceyi bu salaş balıkçı meyhanesinde, şarapsı sarhoşlukların en anlamlısıyla avuturken, balık kokularını anılarına meze yapıyordu dertli adam… Yaşlı akordeoncu masasında çalıp söylediği unutulmaz bir parçanın sözlerini onunla birlikte mırıldanmaya çalıştı…
“Her sevincin, her kederin, en ölümsüz sevgilerin… Her şeyin bir sonu varsa… Ayrılıkların da sonu var !…”
………………………..
Bu güllerin sahibi mutlaka O olmalıydı… Ancak O’nun gibi bir romantik bu güzelliği düşünebilirdi… Sonra ikisinin de en sevdiği çiçek kırmızı gül değil miydi ?… Kanayan gönüllerinin renginde olsa da delicesine bir aşkı böylesine canlı anımsatan başka kim olabilirdi ki ?…
Belki de şimdi oradaydı ?… Aşklarını perçinledikleri, sevdalarını haykırdıkları o çöpçatan meyhaneye bir çok gece gelip, şarap şişeleriyle avunduğunu duymuştu…
Üstüne paltosunu aldı, kapıya yöneldi…
…………………………….
İhtiyar delikanlı tahta masaya bahşişi bırakırken, bir kez daha ve uzunca oyulmuş bir kalp içinde sanki hala güncelliğini koruyan iki harfe baktı… Buruk bir gülümsemeyle ayağa kalktı… Sendeleyerek kapıya yöneldi… Tüm ikazlara rağmen direksiyona geçti…
…………………………….
“Acaba O’nu orada bulabilir miyim ?…” diye düşünüyordu güzel kadın… Makyajsız, tabii güzelliğinin bilincinde olmasına rağmen, dikiz aynasını kendisine çevirdi, saçlarını biraz daha düzeltti… Ruj sürmesine gerek yoktu… Çünkü en iyi ve pahalı rujları kıskandıracak kadar al dudakları vardı ve gelen güller, kondurduğu kaçamak masum öpücükler sayesinde sanki yeniden hayat bulmuşlardı…
Kalbi sanki dışarıda çarpıyordu… O’nu görmeyeli yıllar olmuştu… Hasret iliklerine işlemiş, sevda damarlarında şahlanmıştı… Ama gözlerinin önündeki son fotoğraf karesi dün çekilmiş gibi diri ve renkliydi…
O’nun gibi gurur yapmasaydı, ufacık bir münakaşayı büyütüp, O’nu kırmasaydı belki de onsuz boşa geçen yıllarında mutluluk bulutları üzerinden ayakları yere hiç basmayacaktı…
İleride trafiğin sıkıştığını fark etti… Gecenin bu saatinde bu sıkışıklık pek hayra alamet değildi…
Ağır ağır ilerideki kalabalığa yaklaştı… Bir trafik kazasıydı bu !…
“Tanrım ne feci !…” diye mırıldandı… Bir arabanın ters yüz olmuş hurda halini gördü…
Plakayı tersten okumaya çalıştı…
Bir çığlık gecenin gürültü kirliliğini yırttı !…
Bu onun arabasıydı !…
…………………………………
Şimdi Zincirlikuyu Mezarlığı’nda mermer bir mezarı süsleyen bir gül ağacı var… Kırmızı kırmızı açtığında bile boynu bükük, ölümsüz bir aşkın bekçiliğini yapmakta…
Ve bir kadın, her cuma günü o gül ağacını elleriyle sulamakta, gözyaşları ağıt olup yağmakta…
…………………………………
Evet kıymetli dostlar !… Bu bir hikaye… Ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal, onu isterseniz bana bırakın…
Siz siz olun sevgilerinizi, aşklarınızı ve tutkularınızı sakın ertelemeye kalkmayın !…
Hele onlardan fazlaca uzaklaşmayın !…
Ne gerçekçi demiş Özdemir Asaf ?…
“Daha doymamışız yaşama…
Günlerimiz dün bir, bugün iki…
Sakın bir şey bırakma yarına…
Yarın yok ki !…”