Bu yazımı, başta rahmetli HAYDAR NAMİ EDİSKUN hocam olmak üzere, eli öpülesi, çağdaş, Atatürkçü tüm hocalarımıza ithaf ediyorum !…
Ortaokula yeni girmişti…Üstelik okuduğu okul artık ağır tedrisatıyla , sıkı disipliniyle, “Frère” diye adlandırılan rahip Fransız hocaların ağırlıkta olduğu ünlü bir Fransız okuluydu, ve tabelasında “Saint-Michel” yazıyordu…
En sevdiği derslerin başında “Türkçe” geliyordu…Geliyordu gelmesine ama, bu onun aynı zamanda en ürktüğü dersti…
Hocasını çok seviyordu ama ne zaman ona bir pasaj okutmaya kalksa, eli ayağına dolanıyor, kendisini tarifsiz bir sıkıntının tam ortasında buluyordu… Nasıl bulmazdı ki ?… Yaşı çok küçükken menenjit hastalığının pençesinden zor kurtulmuş, bu U dönüşü yapar, hayatını sıyırırken, ufak bir araz kalmıştı kendisinde… Zaman zaman kekeliyordu !… Buna o kadar çok üzülüyordu ki !.. Gerçi doktorlar büyüdükçe bu problemin yavaş yavaş ortadan kalkacağı konusunda ona gerekli morali vermişlerdi ama bu onu pek tatmin etmiyordu !..
Haydar Ediskun hoca, Türk Dil Kurumunun başkanlığını yapmış, Türkçe sözlük çıkarmış, çok değerli bir hocaydı… Babacandı !… Sert hatlarının, ciddi görüntüsünün altında idealist bir eğitmenlik yatmaktaydı !… Küçük öğrencisinin durumunu çoktan kavramış, onun bu problemini çözmeyi bir kere kafasına koymuştu… İşte bunun içindir ki O’na bol bol pasajlar okutuyor, ondaki psikolojik gerilimi ortadan kaldırmak istiyor, arada bir teklediğinde sırtını sıvazlıyor, “Çok iyi okuyorsun, Aferin !…” diyordu…
İlkbahar gelmişti… Bir gün içeri girer girmez bir sene sonu müsameresinden bahsetti…Tarihi bir eser sahneye konulacaktı… Hafta sonu gönüllü öğrenciler bir araya gelecek, çalışmalara başlanacaktı… Bir kaç gönüllü ve istekli parmak havaya kalkmıştı ama Haydar hoca onu işaret etti…
“Sen ?…” dedi, ve ekledi… “Senin bu oyunda rol almanı istiyorum !..”
Zavallı küçük öğrencinin eli ayağına dolandı !… Yüzü sanki kötü bir haber almış gibi kızardı, şekilden şekile girdi !… Kalbi ise neredeyse dışarı frlayacaktı !..
“Ama ho…cam…” diyecek oldu !…
Haydar hoca ciddiydi… Kaşlarını çoktan çatmıştı !.. Böyle olduğu zamanlarda kendisiyle tartışmanın en ufak bir olanağı yoktu !.. Zaten de öyle oldu…
“İtiraz istemiyorum !…Cuma okul çıkışı 8/A’da ol… Rol dağıtımı ve okuma provası yapacağım !..” dedi…
Uykusuz ve sıkıntılı geçen 2 gün sonunda 8/A sınıfındaydı… Haydar hoca nihayet rolleri dağıtmıştı ve O’na korktuğunun aksine küçük bir rol vermişti… Kuşatılmış bulunan Osmanlı kalesinden bir fırsatını bulup kaçmış ve saraya, padişahın huzuruna yardım istemeye gelen bir haberciyi oynayacaktı… Topu topu söyleyeceği kelime adedi sınırlıydı… Ama gene de tedirgindi!… Birkaç kelimeyi söylerken bile “Ya teklersem ?…” diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendisini !.. Gerçi başlayan provalarda öyle pek aksamamıştı ama, ya o kalabalık önünde durum ne olacaktı ?..
Salon tıklım tıklım doluydu… Önde protokolda frèrler, öğretmenler, arkalarında veliler, onlarında gerisinde öğrenciler yerlerini almışlardı… Oyun neredeyse başladı başlayacaktı… Perdenin aralığından salona baktı… Haydar hoca ön sıranın en ortasında yerini çoktan almıştı… Kollarını birbirine kavuşturmuş, oyunun başlamasını her zamanki soğuk kanlılığıyla bekliyordu… Birden sekizinci sınıftaki yönetmen ağabeyinin sesini duydu…
“Herkes yerine !… Oyun başlıyor !..”
İşte…Vakit gelmişti !… Aman Tanrım ! O ne heyecan ?… O ne tedirgin bekleyiş ?… Sanki bir idam mahkumuydu ve infaz saatini bekliyordu !..
Yönetmen abi hazır olmasını söyledi… Hemen kulisten bahçeye çıktı… Komşu evdekilerin garip ve şaşkın bakışları altında o tarihi elbiseleriyle bahçede koşarak birkaç tur attı… Kimse ona böyle bir şey söylememişti, ama O rolünün hakkını verebilmek için koşmuştu… Eeee !.. O kadar yoldan gelen bir kişinin holden oturma odasına geçer gibi rahat olmaması gerekliydi !… Hatta eliyle saçlarını, yakasını paçasını dağıttı ! “Hadi !..” dedi yönetmen ağabeyi… “Fırla içeri !..”
O da öyle yaptı !.. Üstü başı perişan, kan ter içinde, nefes nefese içeri, sahneye daldı !.. Tahttaki padişahın önünde diz çöktü !…
“Padişahım !.. Padişahım !.. Kalemiz kuşatıldı !.. Zor durumdayız !… Yardım !…” dedi…
İşte, korktuğu, haftalarca provalarını yaptığı rol bu kadardı !… Başarmıştı !… Başarmıştı !… Hem de teklemeden, kekelemeden ?…
O an kendini dünyanın en şanslı ve mutlu çocuğu hissetti… Müsamerenin sonunda, rol arkadaşlarıyla birlikte perde önünde sıralanıp, seyircilere selam verirken, gözü ön sırada, ayağa kalkmış, kendilerini büyük bir gururla alkışlayan Haydar hocaya takıldı…
Haydar hoca sanki alkışlarken O’na bakıyor, O’na tebessüm ediyordu !..
Ancak göremediği ve fark edemediği bir şey vardı !… Haydar hocanın göz pınarlarında biriken birkaç damla yaş birbiri ardına yanaklarına inmekteydi !… Ve o göz yaşlarının hepsinde bir çocuğu topluma kazandırmış olmanın sevinci ve gururu saklıydı !…
İşte o mutlu çocuk bendim !…