Bugün kendime özgü, özel bir okuyucu kitlem varsa, onların beğenilerini kazanabilmişsem bunu elbette idol olarak aldığım, beni edebiyata, şiir ve yazı yazmaya teşvik eden büyüklerimin rolü büyüktür…
Ortaokulda beni keşfeden Türkçe hocam, Haydar Nami Ediskun, Lisedeki edebiyat hocam şair Sabri Altınel ve onun vasıtasıyla tanıştığım Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Külebi, Can Yücel ile Erol Büyükburç sayesinde tanıştığım mizahın büyük ustaı Suavi Sualp ve büyük şair, şarkı sözü yazarı Turhan Oğuzbaş, İlhan İrem sayesinde tanıdığım Özdemir Asaf ve tesadüfen vapurda tanıştığım Nedret Selçuker‘in kalemime kattıklarını inkar edemem…
Öğrencilik yıllarımın bana yapışık muzip, şakacı ve şen şakrak karakter özelliğimin startı ise GIRGIR’ın yayın hayatına başladığı döneme rastlamakta… Oğuz Aral‘a ve yazdıklarına güldüğüm kadar hayatta gülmedim… Onunla tanışma vesilesi ise “Arkadaşım Eşek”i bestelediği zamanlarda Barış Manço sayesinde oldu…
Çok sık görüşemesek de son zamanlarında mail box’una mizahi yazılarımı ve parodilerimi yollardım. “Epirden Gözüyle”de de yer alan “Nasıl Bilirdiniz ?…” yazımı ona yolladıktan kısa bir süre sonra mail box’uma gönderdiği, övgü dolu görüşlerine eklediği “Beni çok güldürdün, Allah seni de güldrsün !…” sözü beni nasıl mutlu etti anlatamam !… Zira bu yazımı ona yollarken çok tedirgin, yollayıp, yollamama konusunda ise oldukça kararsızdım !… Ondan çok şeyler kaptığımı anlar, belki de taklit ettiğimi sanabilirdi !…
Ondan aldığım bu cesaretle belki de yazılarım mizah üzerine çok daha fazla yoğunlaşacak…
Sesim meselesine gelince…
Bana iltifat edenlerin aksine, sesime pek hayran olduğumu söyleyemem… Benim beğendiğim sesler… NEDRET SELÇUKER, MÜŞFİK KENTER, ÇETİN TEKİNDOR, CİHAN ÜNAL, TARIK GÜRCAN ve CEM KARACA‘dır… Bayan sesi olarak ta IŞIK YENERSU hastasıyım… Onun sesi önce içimi darmadağın ediyor, sonrasında ruhumu dinlendiriyor…
Şiir resitallerime katılan rahmetli NEDRET SELÇUKER‘in beni pohpohlaması olmasa, ondan sonra elime mikrofon alıp şiirlerime devam etmem her halde çok zor olurdu…
Açık söylemek gerekirse, TURHAN OĞUZBAŞ abinin yokluğu bana en çok koyanlardan… Onun ellerini önünde kavuşturarak, oturduğu tabureden, gözü kapalı, yaşayarak okuduğu “İSPANYOL MEYHANESİ”ni unutmak kolay mı ?… Sevdiği kadını İstanbul’un tüm meyhanelerini dolaşıp, dudak izlerinden bulmaya çalışmanın ne demek olduğunu ondan başka kim, nasıl bilebilirdi ki ?…
Anlayacağınız şanslı bir edebiyat çömeziyim… İddiasız oluşum, daha ziyade kendim ve kendim gibiler için yazışım, dolayısıyla kitle (Reyting), ün peşinde olmayışım beni rahatlatıyor… Ama iş sert makalelere ve anılarıma gelince durum değişiveriyor… Sert yazılarımın hedefi 12’den vurmasını ve de sahiplerinin başına bomba gibi inmesini, anılarım ile ilgili olanlarının da bazı bilinmeyenleriyle küçük kıssadan hisselerle benden sonraki nesillere kalmasını beklemekteyim…
Ve… hala kalemliğimde ilk deneme yazılarımı, şiirlerimi yazdığım, yarım parmak kısalığında bir kurşun kalemim var !… Tahminen 46 senelik !… Onun üzerinde rahmetli babamın anısı var… Onu ilk kez bana verdiğinde jiletle yontmuştu, hiç unutmam… Bana başlangıç noktamı hatırlattığı, rahmetlileri birer sembol olarak içimde yaşattığı için gözüm gibi bakıyorum… Onu en kral dolma kalemlere bile değişmem !… Yerimde siz olsaydınız değişir miydiniz ?…