Sevgili Babacığım nur içinde yatsın, gerçek bir Galatasaray beyefendisiydi…
Galatasaray’da 1932-1936 senelerinde forma giymiş, bir çok gole imza atmış olmasına rağmen hayatı boyunca ne yaptımsa, neler denediysem, bir türlü bir golünü bile anlattıramamıştım.
Zaman zaman o zamanlar Beşiktaş iskelesi üzerinde bulunan “Beşiktaş’lılar Lokali”ne gider, devirdaşı ve yakın arkadaşı “Baba” Hakkı‘yı, Galatasaray’ın Hasnun Galip sokağındaki kulüp binasına gider, gene devirdaşı, takım arkadaşı Aslan Nihat amcayı bulur onlara babamı anlatmaları için yalvarırdım !…
Her ikisi de babamın (MÜNEVVER EPİRDEN) devrin en iyi şutörü olduğunu, uzaktan bomba gibi şutlarla attığı golleri yaşayarak anlatır, “BOMBACI” lakabını boşu boşuna almadığını ifade ederlerdi… Hatta “Baba” Hakkı bir seferinde Yunan maçında kendisini yedekte bırakan babama çok bozulduğunu, biri penaltıdan, biri ise 35 metreden attığı 2 golle milli maçın yıldızı olmasından sonra yanına gelip, boynuna sarılarak “Sen yerimde olsaydın 4 golden aşağı atmazdın !” demesinin içini erittiğini duygulanarak, yaşlı gözlerle, o anı sanki yaşarcasına anlatmıştı !…
“Aslan” Nihat amca ise takımın en kıdemlisi ve de penaltıcısı olmasına rağmen bir Fenerbahçe maçında kazandıkları penaltıyı babama attırdıktan sonra artık takımın penaltılarını ona devrettiklerini, babamın onlarca penaltı arasından yalnız bir tanesini kaçırdığını, bu yüzden bir hafta üzüntüsünden sokağa bile çıkamadığını, yemekten, içmeden kesildiğini, futbolu bırakma kararından büyük zorluklarla caydırdıklarını tebessüm ederek ve de tıpkı “Baba” Hakkı gibi yaşayarak anlatmıştı…
Zavallı babam !… Hakikaten o kaçırdığı, tarihe geçen penaltı, futbolun nankör cilvelerinden biri olarak oldukça ilginçti !…
Sene 1935… yer… Taksim stadı… Bir Galatasaray-Beşiktaş maçı… İki takım da kıran kırana bir maç çıkartıyor !… Maçın son dakikaları… Babamı ceza sahası içinde biçiyorlar !… Tüm gözler babamın üzerinde… Statta büyük sessizlik hakim !… Heyecan dorukta !… Galatasaraylı futbolcular, tıpkı taraftarlar gibi penaltıdan eminler… Babamın karşısında özellikle yağmurlu, çamurlu günlerde şişen ve ağırlığı katlanan meşin topu üzerlerine atmasın diye yalvaran nice kaleciden bahsedilmekte… Kaleci Cici Necdet de babamı kutlamak için 18 çizgisine gelmiş… Babam geriliyor… Kendisine yalvarırca bakan Beşiktaş kalecisinin sağına çakıyor… Top gidip yan direkte patlıyor, 25-30 metre geri dönüyor… Kale boş.. Bir kontratak… ve Beşiktaş’ın golü !… maç santra yapılmadan bitiyor !…
Galatasaray : 0 Beşiktaş : 1 …
Onun Galatasaray Divan Heyeti toplantılarında ve Lise pilav günlerinde paçasına yapışır, Galatasaraylılığımı sanki ispat edip, perçinlemek isterdim !… Kolay beğenen biri asla değildi !… Ayağında top tutanları, lüzumsuz ve fazla çalım atanları hiç sevmezdi !… Bu huyundan ben de nasibimi almakta gecikmeyecektim !…
Brian Birch zamanı… Galatasaray alt yapısı için zorlu bir sınav vereceğim… Hayalimde Galatasaray forması… Maç bu yüzden önemli !… Önemli ne demek, hayati benim için ?… Üzerimdeki kırmızı forma ile sarı takıma karşı santraf (Eski sistemde orta sahadaki üçlünün ortasında) oynuyorum !… Saha kenarında Birch… Sanki adamın gözü bende ?… Belki de bana öyle geliyor ?… Babacığım ise tribünde soğukkanlı, oturmakta… Çok iyi oynuyorum… Yani oynadığımı zannediyorum ?… Eeee, serde gençlik… Körük gibi ciğerler ?… Sıçrama var !… Sağım kadar solum da sert !… Üstelik vücudum da şimdiki gibi ters üçgen (!) değil ?…
Ne olduysa bir anda oldu !… Sağa atılan uzun bir topu kovaladım… Korner bayrağının yanındayım… Sırtım sahaya dönük… Sağımdan ve solumdan bastıran sarı formalı iki kasap çırağı ?… Orada yapılacak 2-3 şıkkım var… Ya topu auta veya taca bırakıp, daha az tekmeyle kurtulacağım ?… Ya biraz Brezilya futbolu örneği (!) verip, zarif birkaç çalımla kurtulup, en yakın kırmızılı arkadaşıma pas vereceğim ?… Ya da topu ayağımdan çaldıracağım ?… Ben Brezilyalı olmaya karar verdim (!), çalım atmaya başlayıp, topu maalesef kaptırdım !…
Soyunma odasından elimde çantamla çıktığımda babam karşımdaydı…
“Nasıldım ama ?” dememe fırsat vermeden sırtımı sıvazladı… “Ayakta bu kadar top tutulmaz !…” dedi ve ekledi… “Sen en iyisi voleyboluna devam et !… ”
Dünyam yıkılmıştı… Gık, hatta gak bile diyememiştim ?… O “BOMBACI MÜNEVVER”di… Mutlaka haklıydı ?… Ben de öyle yaptım !… Ertesi gün Beyoğluspor antrenmanında o kadar hırslıydım ki, rahmetli hocam Ayhan Demir sırf benim için süreyi 1 saat uzamıştı !…
Bugün bir “Voleybol Adamı”yım ve bununla da oldukça gurur duyuyorum !… Camiamı çok seviyorum !… İyi ki babamı dinlemişim ?…
O’nu en ihtiyacım olduğu dönemde, 1984 ağustosunda kaybettim !… Hasta yatağında fısıldadıkları ise yaşam felsefem oldu… Bana Galatasaraylılığın ne demek olduğunu bir okullu olarak anlattıktan sonraki cümlesi ise beni her şeye ve çevremde gelişen tüm olumsuzluklara rağmen yaşamın iyi bir bireyi yapmaya yetmişti !…
“-Oğlum !… Her zaman iyi ve dürüst ol !… Herkesle anlaş ve paylaş !.. Kötülük yapanlara bile iyilikle cevap ver !.. Kaybettiğini zannedeceğin çok an olacaktır ama bil ve emin ol ki o zamanlarda bile kazanan sen olacaksın !…”
Şimdi Galatasaray’ın her başarısında ve şampiyonluğunda ilk aklıma gelen babacığım olur !… Ondan kalma bir diğer kazancım da “Centilmenlik”tir !…
Şampiyon olduklarında, Uluslar arası başarılarında coşku içerisindeki Fenerbahçelilerin, Beşiktaşlıların ellerini sıkıp tebrik etmeyi ihmal etmezdi ?… İşte ben de o günler hep aynı şeyi yaparım !… Ne kadar Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı arkadaşım ve dostum varsa onları arar, kutlarım ve de Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın iyi ki var olduğunu söylerim !…
Seninle gurur, oğlun olmaktan onur duyuyor, seni her zamankisinden daha çok özlüyorum sevgili babacığım !…
Nur içinde yat !… Mekanın “Cennet” olsun !…