Onu 1994 ekiminde tanıdım…
İstanbul’dan kalkıp Kuşadası’na geldiğimi duymuştu… Bu güzel göçe vesile olan o zamanın Belediye Başkanı sevgili dostum rahmetli LÜTFÜ SUYOLCU’nun lütfedip, bendenizden biraz abartılı söz edişi onda hayli merak uyandırmış, benle tanışmak üzere yaratıcısı ve sahibi olduğu ADAKULE HOTEL’ine davet etme inceliği göstermişti…
Adakule deyip de geçmeyin, karşıma çıkan bol yıldızlı bir hotelin ötesinde dev bir mimari tasarım eseri, sanki bir abideydi…
Beni güler yüzle kapıda karşıladı… Odasında birkaç saat spordan, sanattan, edebiyattan, müzikten, turizmden söz ettik !… O kadar çok ortak noktamız vardı ki, arkadaşlığımız, kardeşliğimize rağmen öyle kolay kolay bir çırpıda üzerinden özetlerle bile geçmemiz, sonrasında dolu dolu yaşadığımız 6 yılla bile nasip olmadı !…
Beklenenin aksine, ilkbaharı anımsatan sımsıcak bir kış günü, 3 ocak 2000’de, bize öyle tatsız ve soğuk bir şaka yaptı ki, hepimiz yığıldık, çöktük, öylesine kaldık !… Resmen “Vurgun” yedik !…
Tanıdığım en içten, en mütevazi, en güler yüzlü, en mümtaz, en kişilikli, en yardımsever nadir insanlardan biriydi o !… Üstelik saygılıydı, kültür abidesiydi, bilgiçti !… Hassas, kadirşinas, samimiydi… Eğlenceyi çok severdi… Masasında eğlenceden ve kahkahadan geçilmezdi… Aslan sütünü hakkını vere vere, adabıyla içerdi… Türk Sanat Müziği aşığıydı !… Şiir onun dünyasında çok önemli bir yer tutuyordu !… Rivayet edildiği gibi çapkın olan kendisi değil, derin bakışlı masmavi gözleriydi !… Uzun kapkara kirpiklerinin bir çok güzelin kalbine saplandığı, çoğunun da gözlerinde boğulduğu rivayet edilirdi !…
Vefakar, cefakar bir oğul, iyi bir babaydı !… Örnek bir turizmciydi !… Rekabeti değil güç birliğini severdi !… Aramızdaki görüş ayrılığı olan futbolda bile tutkun olduğu sarı-lacivert renklerin yanında, odasının baş köşesinde zamansız yitirdiği biricik kardeşinin çerçevesinin etrafını sarı-kırmızı kordonlarla donatacak kadar da centilmen bir sportmendi… Ülkemizde kış turizminin, futbol kamplarının ne denli önemli bir gelir olacağını ilk keşfeden ve de Türkiye’de hoteline ilk futbol sahasını koyan bir entelektüeldi…
Kuşadası’nın ve onu tanıyanların sevgilisiydi… En üst bürokrattan, en tanınmış ünlü ve sanatçıdan küçük esnafa, çalıştırdığı personele, komiye, minibüscüsünden, ayakkabı boyacısına kadar geniş bir halk yelpazenin biricik ve yaman adamıydı Kasım !…
Elinde şiir kitaplarım, gittiği her barda ve mekanda şiirlerimi okuyarak beni tanıtıp onurlandırması “Kuşadası Şairi” olarak tanınmama ve sevilmeme vesile olmuştur !…
“Hristo’nun Meyhanesi” şiirimi o denli içten ve güzel okuyordu ki, sanki lise yıllarımda okulu kırıp da, sevgilisi ile kaçamaklar yapan, yıllar sonrası, terk edildiği masada kendisine “Tüm mutlu günler buradayız !..” diye söz veren büyük aşkına “Bak !.. Ben gene buradayım !.. Sözünü tutmayan sen !…” diye sitem eden kendisiydi ?…
Ve gene… Kuşadası’nda 1994 yılının sonbaharında, o zamanki adıyla Pagos Hotel’in havuz başında verdiğim şiir resitaline gelip, hatıra defterime kendi hoteli Adakule’de ev sahipliği yapmayı ıskalamaktan dolayı duyduğu üzüntüyü ve pişmanlığı kaleme alan da oydu !… Ama acısını 2 yıl sonra, Adakule’nin 400 kişilik Balo salonunda yer bulamayıp, ayakta seyretmeyi bile göze alan elit bir dinleyici kitlesiyle öyle bir çıkarttı ki sormayın !… O resital için İstanbul’dan bile özel otobüsler kalkmış, sevenlerimle beni buluşturmuştu !…
O resital hala konuşulur, durur !… O resitali baştan sona kadar çeken Aydın TV’nin bana hediye ettiği bant paha biçilmez bir değer taşıyor ve şu anda evimin müstesna bir köşesinde “Yangından kurtarılacak ilk parçalar” arasında yerini korumakta !… Bu denli değer taşıması elbette ki ben değilim !… İçinde Kasım’ın okuduğı “Hristo’nun Meyhanesi” şiirim var !…
Bana “Kıymatlım !… “ derdi !… Ama biliyorum ki tüm tanıdıkları onun birer “Kıymatlı”sı idi !…
Her şeyin maddecilik üzerine kurulduğu, sevgilerin satıldığı, vicdanların yok olduğu dünyamızda o bir güneşti !… Onu nasıl arıyorum anlatamam !… Acım hala yüreğimin ortasında, saplandığı gün gibi duruyor ve acıtıyor !… Ona özlemim ve kardeşliğine ihtiyacım ise gün be gün artıyor !…
“Nur” içinde yat Kasım’cığım !… Benim “Yaman” kardeşim !…
Oradakilerin de sana kavuşma, seni bağırlarına basma hakları var !… Kardeşine kavuştun, biricik Mualla annemiz, biricik Şefik Yaman babamız da oğullarına kavuştu biliyorum !… Ama bizler sana doyamamıştık ki ?…
Oğlun, kızın sevgili eşin dimdik ayaktalar !… Emanet ettiğin güzellikleri suluyorlar !… Kısacası her yerde “Sen “ zaten vardın !… Hiçbir zaman yok olmadın ki ?…
“O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer !…” demiş Can Yücel !…
İşte o boşluklarda debeleniyoruz bizler !…