İsmini duyar duymaz heyecanlandım…
Bir çok ünlünün dostluğunu, menajerliğini, tercümanlığını yapıştım ama O bambaşka birisiydi… İran’ın lideriydi ve ismi Rıza Şah Pehlevi‘ydi…
İzmir Çiğli Havaalanı’ndan kendisine ait özel uçağından inerken dizlerim titriyordu… O’na tercümanlık ve eşlik görevi o kadar rehber ve turizmci arasından bana verilmişti ve ben bu onurlu görevin ağırlığını omuzlarımda ve yüreğimde hissettiğim zaman sadece 21 yaşında bir gençtim…
Mükemmel Fransızca konuşuyor ve görüşmelerinde de hep bu lisanı kullanıyordu… Tane tane ve mükemmel bir diksiyonla konuşuyor olması tercümelerinde bana büyük kolaylık sağlıyordu…
İlerleyen yaşına rağmen kısa sayılabilecek boylu, ama düzgün fizikli, giyimine olağanüstü özen gösteren Şah, geniş kaşlarının altında karşısındakinin sanki rontgen filmini çekiyor şühhesini veren keskin bakışlı gözleriyle bir deniz feneri gibi tüm mevcut açıları tarıyordu !…
Konuşmasının aksine hızlı yürüyor, merdivenleri 18 yaşında bir delikanlı gibi süratli tırmanıyor, mahiyetindeki protokol onun bu temposuna ayak uydurmakta güçlük çekiyor, çoğu da nefes nefese ve ter içinde kalıyordu !… Bu dinçliğinde kendisine bakmasının, sigara kullanmamasının ve itina gösterdiği beslenmesinin (!) rolü büyüktü..
Tüm kadınların protokol aşırı gözleri üzerindeydi… O bunu seziyor, hoşuna gidenlere kaçamak çapkın bakışlar fırlatıyor, bazılarını ise gülücüklerle ödüllendiriyordu…
Her şeyi özeldi… Ama niye yalan söyleyeyim, bana en çok kahvaltı sofrası ilginç ve cazip geliyordu… Damak zevkine aşırı düşkünlüğümden dolayı bu zaafımı gizlemek için, yalanmama rağmen belli etmemeye büyük özen gösteriyor, bakışlarımı masanın üzerinden uzaklara kovuyordum…
Masaya, kuşbakışı dahil, hangi açıdan bakarsanız bakın, üzerindeki gümüş kase ve kaşık görüş alanınıza ilk girenler oluyordu… Bu gümüş kasenin içi siyah “Belluga” havyarıyla doluydu…
Şah, Çeşme Altınyunus’un havuza nazır kral dairesindeki balkonunda kızarmış tereyağlı ekmeğine siyah havyarını bolca sürüp, arada bir kaşıklayıp yerken (!) havuz başını da derin derin tarıyor, çoğu üstsüz yabancı kızları da gözlerinde demliyordu !..
Rıza Şah Pehlevi, ciddi ve sert görünümünün yanında kibar ve nazikti…
Yanında bulunduğum 5 gün boyunca yalnız son gün, ayakta masanın dekoruna (!) bakıp yalanıp, yutkunduğumu görmüş olmalıydı ki beni karşısına oturttu… Gerçi uzun masasında havyar kasesine 2 kulaç uzaktaydım ve bana bir serap gibi erişilmez geliyordu ama özel yaverine beni göstererek Arapça söylediği bir kaç kelimeden sonra gümüş kaseden tabağıma ufak çapta ve gramajda da olsa beklenen transfer gerçekleşmişti… Böylelikle koca İran Şahı Rıza Şah Pehlevi‘yle havyara kaşık atan ilk Türk olma onuruyla tarihe geçmiştim !…
Altınyunus’taki “Aktivite ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü”m de böylelikle başlamış oldu… Zira Şah beni çok methetmişti… Oysa bu performansı “Belluga” hayranlığı ve düz duvara tırmandıracak kadar güç veren kalorisinin yarattığını kim bilebilirdi ki ?…
Geçenlerde sordum… “Belluga”nın kilosu 15.000 YTL olmuş !… Anlayacağınız artık düz duvarlara tırmanmak yasak !… Zaten yaşımız gereği, her ne kadar “Olgun” ve de “Dolgun” erkek sınıfına giriyorsak ta cebimizdeki zafiyet “Havyar”ın ancak fotoğraflarına bakmama müsaade eder ?…
Ne yapalım, bizde siyah zeytinle idare ediyoruz şimdilerde !… Kilosu sadece 17-18 liracık !…