Anadolu’muz bir çok uyarlığın beşiği olarak tarihte çok önemli rol oynamıştır…
Hatta adını kadından almıştır…
Ancak tarih boyunca Anadolu Kadınının çilekeşliği günümüze değin süregelmiştir…
Bazen erkeklerle eşit sayılmış, bazen de köle muamelesi görmüştür…
Kadının kısaca tarihine bakacak olursak; Müslümanlığın kabul edilmediği Şamanizm’in egemen olduğu dönemde kadın kutsal sayılmıştır… Devlet yönetimine katılıyor, savaşıyor, ganimetlerden eşit pay alıyordu… En güçlü tanrı ’Ana’ tanrıçasıYDI… Tek eşlilik kabul ediliyor, boşanma, velayet ve mirasta erkekle eşit sayılıyordu…
Bu yaşam biçimi Müslümanlığa geçişte de uzun yıllar devam etti… Ancak Arap Müslümanlığının etkisiyle uygulanmaya başlatılan şeriat hükümleri kadının eşitlikçi konumunu sona erdirdi… Kadın önce devlet yaşamından dışlandı, sonra sosyal alanı terke zorlandı ve en sonunda evin içinde harem denilen bir bölümde yaşamak zorunda bırakıldı… Erkek birinci sınıf, kadın ikinci sınıf vatandaş kabul ediliyordu…
Osmanlı’ da Tanzimat ile birlikte Batılılaşma süreci çok az da olsa kadınları etkilemişti… Örneğin kız, öğretmen okuluna gidebilme, ebelik, hemşirelik gibi işleri yapabilme hakkına kavuşmuştu… 1917′ de çıkarılan bir kanunla (Aile kararnamesi ile) nişanlılık kabul edilmiş, evlenme yaşı sınırlanmış, çok eşlilik için eşin rızası kabul edilmiştir…. (Dikkatinizi çekiyorum, yıl 1917…)
Gerçek anlamda aydınlanma ve çağdaşlaşma süreci Cumhuriyet dönemiyle başlamıştır… Kadının kulluktan kölelikten kurtuluşu, eşit ve yuttaş kabul edilmesi Cumhuriyet devrimlerinin kabulü ile yaşama geçirilmiştir… Bu devimlerin en önemlisi olan Medeni Yasa ile kadının erkekle eşit yurttaş olma hakkını elde etmesi olmuştur… Türk kadını bu dönemde birçok ülke kadınından önce bu hakka sahip olmuştur.
Kadınlar açısından ikinci çok önemli olan devrim; eğitimin tekliliğinin ve kadın erkek için eşit oluşumunun kabulü olan “Tevhid-i Tedrisat” yasasının çıkmasıdır…
Üçüncü çok önemli devrim ise kadının siyasal haklarının kabulü olan “Seçme ve Seçilme” hakkıdır… Türk kadını bu hakkını da birçok çağdaş ülke kadınından önce elde etmiştir…
Cumhuriyet’imizin kurucusu, devrimlerin önderi büyük insan ATATÜRK; çağdaş bir ulus olmanın, uygar devletler arasında yer almanın ancak kadın erkek birlikte ve eşit olursa başarılacağını biliyordu… Hayatı boyunca da bunu yaşama geçirmenin mücadelesini verdi… Anadolu toprakları üzerinde bugün yaşayan kadınlar, bu haklarının ulu önderimiz Atatürk’ümüz önderliğinde kazandıklarının bilincinde olmalıdırlar…
1950’li yıllardan beri ülkemizi yönetenlerin kasıt veya aymazlık içinde yaptıkları yanlışlar, çağdaşlaşma sürecimizde sapmalara neden olmuştur… En büyük yanlışı da “Siyasal İslam”a verdikleri tavizler ile yapmışlardır… Önceleri devlet eliyle, sonraları tarikatlar aracılığı ile Kur-an kursları amacından sapmış, İmam Hatip Liseleri ile Atatürk ve laiklik düşmanı gençler yetiştirilmeye başlanmış, kızlarımız var olan haklarını geliştirmek yerine ne yazıktır ki, 400 yıl önce yaşayan hemcinsleri gibi köleliğe razı edilir hale getirilmiştir… Gerçekte dinle ilgisi olmayan söylemlerle, erkek egemen toplumu kadınlara kabul bu şekilde kabul ettirilmiştir…
Türbanı, çarşafı özgürlük ve insan hakları mücadelesine bayrak yaparak, siyasal İslamcıları iktidara getiren kadınlar İran’ı örnek almalıdırlar… Rıza Şah Pehlevi dönemindeki çağdaş İran kadını sonrasında hakları elinden alınmış ikinci sınıf yurttaş konumundadırlar… Dolayısıyla, başörtüsüyle, müteasıplıkla asla bir tutulmaması gereken türban ve çarşafı bir özgürlük mücadelesinin, islami gereklilğin değil, kulluğun, kadın erkek eşitsizliğinin simgeleri olarak görmek gerekmektedir…
Bugün, laikliği özümsemiş aydın kadınlarımız ve erkeklerimiz çağdaşlaşma ve aydınlanma sürecini devam ettirmek için aymazlık ve ihanet içinde bulunanlara rağmen bu yolda yürümekte kararlıdır… Bu Ata‘mızın bize vasiyetidir, çağdaş birer insan olmanın erdemidir…