Dünyamızdan kayan büyük yıldızlardandı…
Yalan ve sahte gülücükler, çürük temelli, menfaat ilişkilerine dayanan günümüz yaşantısından en çok yara alanlardandı…
Şöhreti vardı… Büyük bir sanatçı olmanın popülaritesinin yanı sıra ünlü bir diş doktoruydu… Para tasası ve problemleri de yoktu… Ama o, bir anda, hem sanatçılık, hem de hekimlik mesleklerini elinin tersiyle itti… Bodrum’u seçti… Denizle sözlendi… Mütevazi kotrasının içinde, o minik mekanda aradı koca İstanbul’da bulamadıklarını !.. Yalnız… Tek başına !…
Oysa pop müziğimizle 1964 yılında, henüz 18 yaşındayken tanışmıştı…
Cahit Oben Orkestrası’na girmişti…
1966’da kendi grubunu kurdu…
Çalışmalarını folk müziğimiz çizgisinde, kendisine özgün ekolüyle sürdürmeye başladı… Klasik Türk sazlarını parçalarında, Anadolu motifleriyle ancak batı uyarlamaları ve tınısı içinde sevdirdi… “Kirpiklerin ok ok eyle”, “Yumma gözün kör gibi”, “Uzun ince bir yoldayım” onun bizlere miras bıraktığı unutulmaz ölümsüz parçalardan yalnızca birkaçı…
Aşık Veysel‘le ve Bülent Ortaçgil‘le uzun süreler birlikte çalıştı… Aşık Veysel‘le ortaya folk müziğin, Bülent Ortaçgil‘le protest müziğin en güzel çalışmalarını yaptılar…
Fikret, sanat yaşamındaki çizgisini hep üst seviyede tuttu… Hiç ödün vermedi !… Kişiliğini ve kalitesini hiç ama hiç bozmadı !… Hep sanatıyla vardı… Yozlaşan kimliğini kaybetmeye yüz tutan pop müziğimizi birkaç gerçek sanatçıyla ayakta tuttu !…
Hiç unutmam bir gün, dişim ağrıyordu… Kadıköy tarafındaydım ve ona yakındım… Onu görme bahanesiyle evine telefon ettim… “Üstat !.. dişim fena ağrıyor !.. Seni de özledim !.. ” dedim… Cevabı sert oldu…
“Yalan söylemesini beceremiyorsun !… Üstelik yalan sana hiç yakışmıyor !… Dişin ağrımasa, gene beni hatırlayacak mıydın ?..” dedi… Şaşırdım kaldım… Niye yalan söyleyeyim, yüzüm kızardı !… Tasarladığım bütün kelimeler ağzımda dolandı, dilimde düğümlendi kaldı !.. İçlerinde birkaçı beynimin yardımı ve torpiliyle fırlayıverdi… “-Yanlışın var” dedim… “Dişimin ağrısı bahane !.. Seni göreceğim gelmese acaba gene de dişim ağrır mıydı ?..” diye devamını getirerek zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştım !.. Güldü… “Hadi gel!..” dedi, ekledi… “Dişine dokunmam ha !…”
Buluştuk… Bana yeni yaptığı bir besteyi dinletti… İtiraf edeyim ki gitarı eline kerpetenden daha yakışıyordu !.. Çalarken ve söylerken o kadar duygu yüklü ve heyecanlıydı ki… Görseniz, sanki bir resitalde zannederdiniz !… Müzik ruhunun en müstesna köşelerini bile işgal etmiş, onu tutsak almıştı !… İşine aşıktı çünkü… Saygılıydı… Tıpkı dinleyicilerine olduğu gibi ?…
Seneler geçti… Bir Bodrum akşamında onu teknesinde gördüm… Hafif alkollü idi… Ama yüzünde mutluluk tebessümleri vardı !.. Beni teknesine çağırdı… Ne yazık ki bir randevuma çok az zamanım kalmıştı… Ayak üzeri lafladık… Teknesini bana gösterdi… Sanki beni sevgilisiyle tanıştırıyordu ?…
“-İşte mekanım…” dedi… ve gözleri parlayarak denizi işaret etti… “-İşte yaşam sevincim !… Uysal bir sevgili gibi beni kollarına alan !… Geleceğim, ümitlerim, sevdalarım ve beklentilerim dalgalarına serpili, beni bekliyor !…” diye ekledi !…
Bir sanatçı dosta, vefatından birkaç gün önce “-Bomba gibiyim !… Yakında iyileşip, tekrar döneceğim sevdalarıma” demiş !… Bu kötülüklerin tümünden arınmış, sevgilerle dolu gönlü dahasına müsaade etmeyeceğini nereden bilebilirdi ki ?…
Öksüz teknesi kim bilir ne oldu ?… Bodrum’da marina hala yasta !… Tıpkı bizim gibi !…
Göz yaşlarım bu yazıyı yazarken yanaklarıma süzülüyor !.. Bırakın !… Sizin de süzülsün !… Siz, sevenlerinin !… İnsan gibi insan Fikret’e az bile !.. Helal olsun ona !..
Türk pop müziği gerçek bir devini, bir duayenini daha kaybetmişti arkadaş…
Yumma gözünüz kör gibi !…
Eminim hepiniz onu çok özlediniz, arıyorsunuz ?…