HASTANE ODAMDAN NAKLEN… Hasan Uğur Epirden

 

Kendi web sitelerimde 3000. yazımı yazmak bir hastane odasından nasip oldu…

 

Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde uzman doktor Ahmet Mithat Özsancak nezaretinde, İntaniye servisinde süregelen “check up”ımın devamı için dün itibarıyla teslim olmuş durumdayım…

 

Kan değerlerindeki enfeksiyon sonlandırılmaya çalışılıyor…

 

Merak edilecek, endişe duyulacak bir durumum yok !…

 

Kabahatim büyük, her yere, herkese koşarken kendimi yıllarca ihmal ettim…

 

Sitelerimiz açık, yazılarımızın yayını devam ediyor…

 

Duygu ve sevgi dolu mesajlarınızla güne “merhaba” dedim…
Bir kez daha anladım ki, en büyük servetim siz çok değerli, ayrıcalıklı, seçkin özel dostlarım ve okurlarım… İyi ki varsınız ?…

 

ANTALYA SAĞLIK SEKTÖRÜNDE S.O.S. VERİYOR…

 

Antalya…

Turizmimizin “amiral gemisi”…

Aynı zamanda da yurdumuzun nüfusu en kalabalık şehirlerinden…

 

1996 yılında, Falez Hoteli Müzik / Aktivite Müdürü ve aynı zamanda bünyesindeki ülkemizin 2000 kişilik en büyük kapalı diskosu “Olympos”un müdürü olarak Antalya’ya vasıl olduğumda mantar gibi çoğalan ve de çoğu birer ticarethane (!) zihniyetinde soygun yuvaları olan özel hastaneleri bir kenara bırakacak olursak, Devlet Araştırma Hastanesi, SSK Hastanesi ve çok önemli bir yer tutan Tıp Fakültesi Hastanesi toplam yatak kapasitelerinde artan nüfus talebini karşılayacak gözle görülür ilaveler yapılmaması bu güzelim şehrimizde gerçekten çok önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmakta…

 

Antalya’nın nüfusu 3 milyona dayanmış durumda… Hala göç alırken ilave edilen ilçe hastaneleriyle toplam yatak sayısı sadece 4000 civarında… Bu konuda 1100 yatakla Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi yükü çekmekte… Yani şu anda Antalya’da Devlet hastaneleri bazında her on bin kişiye 13 yatak düşmekte…

Çağdaşlıktan bahsederken bu oran utanç vericidir..

 

ABD’de her 1000 kişiye 86, Avustralya’da 80, Kanada’da 78, Japonya’da 77, İsviçre’de 72, Fransa’da 65, İsveç’te 61, Almanya’da 56, Avusturya’da 47, Rusya’da 40, komşumuz Yunanistan’da 23 yatak düşmekte…

Bu arada cefakar doktorlarımızın, hemşirelerimizin ve sağlık personelimizin büyük bir özveriyle oldukça ağır görev yaptıklarını da es geçmemek gerek…

 

TEŞEKKÜR…

 

Bu bağlamda Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi İntaniye servisinde sağlığıma tamamen kavuşmam için gereken her türlü hassasiyeti gösteren;

 

Kocaman bir sağlık ordusunu oluşturan;

 

Klinik şefi Doçent Dr. Nefise Öztoprak Çuvallı,

 

Doçent Dr. Derya Seyman,

 

Uzman Dr. Ahmet Mithat Özsancak,

 

Uzman Dr. Ülkü Üser,

 

Uzman Dr. Umay Balcı,

 

Uzman Dr. Filiz Kızılateş,

 

Uzman Dr. Kübra Ateş,

 

Uzman Dr. Veli Günay,

 

Uzman Dr. Ayşegül Keskin,

 

Uzman Dr. Mustafa Yorulmaz,

 

Uzman Dr. Hande Berk Can,

 

Asistan Dr. Ümit Kezzukoğlu,

 

Asistan Dr. Yusuf Özkaraman,

 

Asistan Dr. Mustafa Deniz,

 

Sorumlu hemşire Reyhan Evren,

 

Hemşire Hatice Demir,

 

Hemşire ,

 

Hemşire Ümmügülsüm Ok,

 

Hemşire Zülfiye Sarı,

 

Hemşire Neşe Yürük,

 

Hemşire Derya Şekerci,

 

Hemşire Şebnem Soytürk,

 

Hemşire Rahime Evgallioğlu,

 

ve de Plastik Cerrahi’den uzman operatör Dr. Çağlayan Karahan’a teşekkür ediyorum…

 

hayir-2

 

PEK SADIK (!) MUHTAR EMMİLER…

 

Hazır söz çağdaşlıktan açılmışken, üstelik damara girmişken, ülkemizin en büyük sorunu olan ve yerinde yeller esmeye başlayan hukuk, özgürlükçü demokrasi ve ötekileştirilen çağdaş aydın toplumun “HAYIR”severliğinden korkan hükumetin partili Cumhurbaşkanı’nın muhtar emmilerle sıcak ilişkileri (!) referandum öncesi iyice hissedilmeye başlandı…

 

Son 2 seçimde askıya çıkarılan listelerde karı-koca olarak yer almışken, sanırım tartışmasız tescilli “HAYIR”severliğimiz yüzünden listelere alınmadık ?…

 

Pes etmedik, halkımıza önderlik yaparak, yol göstererek verdiğimiz asil mücadelemiz yoğun bir tempo ile sürecek…

 

Kısa bir araştırma yaptım, düşüncelerimin doğruluğu tescillendi…

 

Benzer durumlarla karşılaşanlar, lütfen duyarlılık göstererek cesurca beni arasınlar…

 

Kol gezen çakallara teslim olmayalım…

 

GERÇEK ZENGİNLİK…

 

Öykü : Hasan Uğur Epirden

 

Her şeyleri vardı… Bahçe içinde köşkleri, arabaları…
Mutlu olmasına mutluydular ama afacan oğulları şımarık yetişmişti… Okul arkadaşlarını küçümsüyor, onlara hava atmaktan büyük zevk alıyordu…
Anne ve baba olarak bu konudan oldukça rahatsızlık duyuyorlardı…
Baba kırsal kesimde doğmuş, büyümüş, başarılı bir tahsil hayatı sonrası tanınmış bir iş adamı olmuş, alnının teriyle şehrin sayılı zenginleri arasına girmesi fazla uzun sürmemişti…

 

Hafta sonuydu… Baba oğluna seslendi…
“-Hafta sonu tatilini baba-oğul baş başa geçirmeye ne dersin ?…”
Maksat oğluna hayatın bazı gerçeklerini, bir başka yüzünü göstermekti..
Bunun için seçtiği yer de şehir dışında, mütevazı bir dağ köyüydü…
Doğduğu, çocukluğunu geçirdiği köydü bu köy…
Muhtar emminin evine konuk oldular…

 

İki gün göz açıp kapayana kadar geçti…
Bağdaş kurup, yer sofrasında çorbaya kaşık salladılar…
Dağdan gelen kaynak suyunun aktığı, dere yanındaki köy çeşmesinden kana kana su içtiler… Doğa, hayvanlar… Meyve ağaçları, sebze bahçeleri… Tertemiz bir hava… Ve etraflarında güleç yüzlü insanlar…

 

Bu iki gün, gördükleri ve yaşadıkları bambaşka şeylerdi küçük delikanlının…
Bir dolu gözlem ve bilgiyle donandığı dönüş yolunda babası direksiyon başındaki kısa sessizliğini bozdu…
“-İnsanların bu kadar fakir oldukları halde şikayet etmeden nasıl geçindiklerini, buna karşın ne kadar mutlu olduklarını gördün mü ?…”
Babasının buna benzer bir soru soracağını bekliyordu…
“-Evet !…” diye başını salladı…
Baba sınamak ister gibiydi…
“-Neler öğrendin peki …”
Beklenen soru gelmişti… Ve o, bu soruyu cevaplamaktan büyük zevk alacağını biliyordu…
“-Şunları öğrendim baba !…” diye başladı söze… “-Bizim evde bir köpeğimiz var !… Onlarda üç köpek, bir sürü kedi, atlar, kuzular, tavuklar… Bizim bahçede büyük bir havuzumuz var !… Onlarda gürül gürül akan dereleri… Bizim evimizde birkaç saksı çiçek, bahçede iki ağaç ve küçük bir bölümde çimler var !… Onlarda göz alabildiğine uzanan çayırlar, her türlü ağacın bulunduğu bir koru, her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği kocaman bahçeleri… Bizim görüş alanımız karşı apartmana kadar… Oysa onlar bütün bir ufku görebiliyorlar… Ve daima yüzleri gülüyor…”
Oğlu sözünü tamamladığında babası söyleyecek bir şey bulamadı… Ama çok mutluydu…Alınması gereken ders alınmıştı… Ama devamında tüm yorgunluğunu ona unutturacak bir cümle daha işitecekti…
“-Teşekkürler baba !… Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için !…”
Baba yutkundu… Göz yaşlarını frenlemeye çalıştı… vitesteki elini biricik oğlunun başına götürdü, saçlarını okşadı !… Anne bahçe kapısında bekliyordu…
Başını açık pencereden sarkıtırken elini salladı, bağırdı…
“-Anne !… sana köy ekmeği ve tarhana getirdik !…”
…………………….
Hayata biraz da çocuk gözüyle ve yüreğiyle bakabilmek, ve küçük dersler alabilmek ne güzel değil mi ?…
Ve bu bakışlar içerisinde pay sahibi olabilmek ?…

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s