YAŞAM, SEVGİ, AŞK ÜZERİNE… Hasan Uğur Epirden

 

13-subat

Birbirinden çok farklı yüreklerin duygu selleri bazen geçmişten geleceğe akar, bazen de ters akıntılarla geçmişe uzanıverir…

Bu yolculuklara çoğu kez nice sevdalar, aşklar eşlik eder !…

Bir sararmış fotoğraf eskisi… Buruşmuş bir sevda mektubu… Kulakları okşayan uzak bir aşk melodisi… Aşina bir çöpçatan mekan…

 

Bu anı kareleri çoğu kez yalnızlığımızın başında nöbet tutar, içki kadehlerimizin içine dolarlar…

Kimimizi coşturur, bazı aşina film şeritlerini bölük pörçük yanı başınıza getirir !…

Kimimizin yüreğini uyuşturur, avutur !…

Ama bir gerçeği unuturuz hep !…

Fitili her geçen gün kısalıyor yaşamımızın !…

 

İşte onun içindir ki benim gibi geçmişe demir atanlar, hep aynı yaşta kaldıklarının sarhoşluğu içinde, güncel sevdaları hep ıskalamaktadır !…

Iskalarken de farkında olmadan kendilerini hep ihmal ederler…

İşte bir hastane odasında kendimi buluşun en önemli nedenidir bu yakışıksız ihmal…

 

Ne güzel şeydir sevmek…

Her şeyi… İnsanları, hayvanları, doğayı…

Ve sevilmek… Gerçek bir aşkı iliklerimize kadar hissedebilmek… Birlikte paylaşmak o kutsal duyguyu… Çılgıncasına… Delicesine… Tüm zaman birimlerine yüklemek ve yaymak aşk denen bu vazgeçilmez insani duyguyu…

 

 

Ama bazen tenhalarda, yapayalnız kala kalmak ta vardır…

Sararmış bir fotoğraf eskisi… Bir melodi… Buruşmuş bir aşina mektup… Bir mekan…

Birkaç anı karesi…

 

 

Çoğu zaman bir içki kadehi avutmaya çabalar yaralı yüreğimizi… Hasret yaşlarının içindedir susamışlık… Özlemler yüklü kalp atışlarımız döver durur bağrımızdaki mendireği…

 

 

Bazen bir yaz gecesini anımsarız… Dolunayın kovaladığı karanlıkların bir kenarında, kumsalda yakamozlarla boğuşur durur gönlümüz…

 

Uzaklardan… çok uzaklardan aşina bir müzik eser… Dalga dalga sisli görüntülerle zenginleşiriz… Yarım kalmış bir sevda masalı, buruk bir ayrılık iniltisi vurur kumsala… Bizim şarkımızdır yankılanan kulaklarımızda…

 

 

Bazense, sararan yaprakların hüznünde bir sonbahar sabahında, penceremize vuran damlaların her tanesinde arar dururuz unutamadıklarımızı… Masum bir veda busesi ürpertir benliğimizi… Avuçlarımızda hala O’nun sıcaklığı vardır… Ama ne yazıktır ki, kollarımız ağaç dalları gibi çıplak ve yapayalnızdır…

 

 

Evet, çoğumuz bekleriz bir umudun yamaçlarında… Elbet bir gün dönüp, gelecek diye… Ümitsiz olsak bile, O’nu beklemek, içinde O olduğu için güzel değil midir ?..

 

Ama ne olursa olsun, galiba en acısı, “Merhaba” diye birleşen ellerin, “Seni seviyorum” diye kenetlenen dudakların “Elveda” diyerek ayrılması değil mi ?..

 

Kim bilir ne büyük isyanlar, ne büyük delilikler görmüştür ayrılmalar… kavuşamamalar…

 

 

Bir dörtlüğümde bakın ben de nasıl sitem etmişim…

 

“Ayrılıklar kavuşmak içinse…/ Neden bu uzaklıklar ve suskunluklar…/ Kavuşmalar ayrılıklara uzanıyorsa…/ Neden yaşanır bu nankör sevgiler ve aşklar…”

 

 

Bir başka dörtlüğümde ise O’nsuz özgürlüğe sataşmışım…

 

“Sensizlik özgür olmaksa…/ Özgürlük yalnızlıksa…/ Özgürlük sıktı beni…/ Birleşince yalnızlıklar…”

 

 

Aşkın belki de en heyecanlı ve can alıcı anı, karşısındakine sevgisini ve aşkını ilan ettiği andır… Hatta belki de, bu an için çoğunuz benim gençliğimdeki gibi saatlerce aynanın karşısında prova yapmış, cesaret için bir kaç kadeh devirmiştir ?…

 

 

Bir şarkı, “Aşk için ölmeli !… Aşk o zaman aşk !..” diyor !…

Oysa ben “Aşk için yaşamalı !…” diyorum !…

 

 

Aşık olunanlar uzaklarda da olsa, kaybolsalar da aşk her zaman var !…

Belki yanı başımızda bir yerlerde ?…

Mühim olan onu gizlendiği yerde bulmak ve doyasıya yaşamak !…

Yarınlara tehir etmeden… Bir anını bile ıskalamadan !…

 

 

Büyük ozan, filozof Özdemir Asaf ne güzel dikkat çekmiş ?..

Sakın bir şey bırakma yarına !… Yarın yok ki ?…

 

Koca Nazım da bakın nasıl “Aşk” öğütlemiş ?…

Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak ta !…

Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil !…

 

Ölmek” diyor da Nazım… Sanırım bazen ölümün bile bitiremediği sevdalar oluşur !…

O sevdaların içerisinde de güzele duyulan hayranlık hakimdir !…

 

 

Atilla Birkiye, insana öldüğünü bile unutturan bir güzelliği bakın çapkınca nasıl ifade etmiş ?…

Dün güzel bir kadın geçti, kabrimin yakınlarından…

Doyasıya seyrettim gün hazinesi bacaklarını…

Söylesem inanmazsınız…

Kalkıp verecek oldum düşürünce mendilini…

Öldüğümü unutmuşum ?…

 

 

Aşk en inatçı gururlara bile, gün gelir, önünde diz çöktürür !…

Özdemir Asaf ta bunlardan birisi olmuş !…

Sana gitme demeyeceğim !… Ama gitme Lavinia ?…

 

Hele sevgisinin büyüklüğünü, O’nun kapısına giderek ne güzel anlatmış ?…

Kim o deme ?… Benim, ben !…

Bir ben ki gelen kapına… Baştan başa sen !…

 

 

Turhan Oğuzbaş ise, tutkun olduğu kadını bulmak için, bir akşam İstanbul’un tüm meyhanelerini dolaşıp, O’nu kadehlerdeki dudak izlerimden aramaya kalkmış ?…

 

 

Gene Nazım, cezaevinde kendisini ziyaretine gelen sevdiceğine bakın, nasıl hitap etmiş ?…

Hoş geldin kadınım… Hoş geldin !…

Ayağını bastın… Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi !…

Güldün… Güller açıldı penceremin demirlerinde…

Ağladın… Avuçlarıma döküldü inciler !…

Gönlüm gibi zengin,
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam…

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin !…

 

 

Ümit Yaşar, efkarını bir İspanyol meyhanesinde, şarap kadehlerinde boğulurcasına dağıtmaya, O’nu ölerek unutmaya kalkışmamış mı ?…

İspanyol meyhanesinde bir gece !…

Üstelik, adamakıllı sarhoşuz !…

Hey garson !… Kapat kapıları kapat, kapat, yabancı girmesin !…

İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin !…

 

 

Faruk Nafiz Çamlıbel, şairler içinde en iyimserlerinden…

Her kederin tesellisi bulunur !…

İnsan ne kadar severse sevsin, unutabilir !…” diyor…           

 

Can Yücel, kendisini terk eden sevgilisine bakın ne kadar güzel ve anlamlı “Kal !…” demiş… “Sen gittikten sonra yalnız kalacağım…

Yalnız kalmaktan korkmuyorum da…

Ya canım ellerini tutmak isterse ?..”             

 

Aşık Veysel de almış sazı eline, türküsünü çığırmaya başlamış…

“Güzelliğin on para etmez…

Şu bendeki aşk olmasa !…”

Ve, İlhan İrem…

“Her sevincin, her kederin…

Sonsuz denen göklerin…

Her şeyin bir sonu varsa…

Ayrılıkların da sonu var…” diyor…

 

Evet “Aşk” !… Dünyanın en güzel ve gizemli duygusu… Ve en berbat sonların tetikçisi !… İnsanı bulutlar üzerindeki beyazlıklardan, dipsiz uçurumlara ve alacakaranlıklara, gerçek yalnızlıklara, hüzün okyanuslarına düşürebilen o güçlü ve sihirli duygu !… İnsanı insan yapan, yaşamımızı dengeleyen ve de yöneten o müthiş kurgu !…

 

Ama bir gerçek var ki… Tüm acılara ve hüzünlere rağmen “Aşk” yaşamın en güzel ve özel duygusu !… Öyle değil mi ?…

Ben buna minnacık bir dörtlükle çoktan cevap vermişim !…

Bir nokta… bir daire…

Sen merkez…

Ben se çevre…

Gerisi… Vesaire…

 

Bugün akşam hastane odamda içimden bunları yazmak geldi…

Genel tablom çok iyi…

Endişe edilecek bir durum yok…

 

Yarın (03.03.2017 cuma) ayaklarımdaki ülser yaraları için Plastik Cerrahi’den uzman operatör doktor Çağlayan Karaman ekibi tarafından zorunlu bir operasyon geçireceğm…

 

Yani anlayacağınız, yaşama kaldığım yerden değil, rektifiye olarak 30 yaşlarımdan devam edeceğim…

Merak etmeyin..

 

Bana mesajlarıyla ulaşan, bizzat arayarak “geçmiş olsun” dileklerinde bulunan tüm dostlarıma ve duyarlı okurlarıma teşekkür ediyorum…

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s