Şimdiki ters üçgen vücuduma bakıp ta sakın aldanmayın !… Gençliğimde yapmadığım spor hemen hemen kalmamıştı. Sabahtan akşama kadar koşacak nefesim, müthiş bir kondisyonum ve dayanıklılığım vardı…
Boğaz çocuğuydum. Çok iyi yüzerdim… Ünlü maratoncu “Baba” Nejat Nakkaş’ın peşine takılıp, deli nice boğaz akıntılarını yenip, karşı sahile gidip gidip, dönerdim. Akıntı bazen bana tuzak kurar, ancak ben gene de hedefim olan sarışın sevgilimin Beylerbeyi’ndeki yalısı niyetine Ortaköy’den atladığım suda Kızkulesi’ne tutunabilirdim !.. Gençlik işte !….
Bir keresinde de Salacak’ta balığa olta sallayan balıkçılar olmasaydı kendimi Marmara’nın ortasında bulacaktım. Gerçi başarılı olduğum esas branşım yarı maratondu. Ancak çocukluğumun, gençliğimin geçtiği Ortaköy Lido’da yapılan “İstanbul Sonbahar Teşvik Yarışları”nda, ayıptır söylemesi 2.liğim vardı. Bu ikincilik kupası ve madalyası, diğerlerinin içinde kendilerini yabancı ve yalnız hissetseler de hala çalışma odamda, önemli bir yerde korunmaktalar… Kolay mı İstanbul 2.si olmak ?.. Hem de 1500 metrede !.. Ama gene de bu 2.liği pek hatırlamak istemiyorum. Zira yarışa zaten 2 kişi katılmıştık !.. Ben yarışı tamamladığımda, birinci olan, ve çok iyi bir yüzücü olan İ.Y.İ.K. sporcu rakibim, kupasını, madalyasını almış, çoktan giyinip, evinin yolunu tutmuştu. Üstelik sonraki yarışlar bir hayli gecikmeli başladığı için İstanbul Yüzme Ajanlığı tarafından hayli mimlenmiş, hatta fişlenmiştim…
İ.Y.İ.K.’de sutopu oynayan mahalle arkadaşlarımın arasına bazı antrenman maçlarında az katılıp maç oynamadım !.. Tabii ki aramızda ufak tefek bazı klas farkları yok değildi !… Hasan Değerbilir, Cihan Cev, Feridun Aybars, rahmetli Fatih Ünsal… Hepsi de sutopu milli takımımızda oynuyorlardı… Bu yüzden aralarına katıldığım günlerde su içme kapasitemi yuttuğum sulardan fazlasıyla karşıladığımdan, masadaki sürahilere pek yüz vermez olmuştum… Hele bir gün, hergeleler top yerine benimle oynamaya kalkışınca o özenle, tüm harçlığımı biriktirerek almış olduğum “Speedo” mayomu parçalamalarına fena bozulmuştum… Allah’tan yarım saat gecikmeyle bile olsa popoma (afedersiniz !…) uygun bir başka mayo bulunmuştu da, havuzun orta yerinde millete tek elimle selam vermekten (!) kurtulmuş ve havuza bayanların da girme yolunu açmıştım.
Futbol ve basketbolda da çok iyiydim… Hele futbolda Galatasaray alt yapısında denendiğim ve o zamanın teknik direktörü Brian Birch’ün de izlediği maçta, rakip kalenin önünde dolanıp dururken ve de siması yabancı gelmeyen rakip takım kalecisini nereden tanıdığımı bulmaya çalışırken, takım arkadaşımın penaltı noktası civarlarından çektiği o kurşun gibi şut popoma ( gene af edersiniz !..) çarpıp geri dönmeseydi Galatasaray’da uzun yıllar top koştururdum !.. Antrenman maçından hemen kovulduğuma mı yanayım, popomun (gene af edersiniz, kıçım desem daha ayıp olacak) sızısına mı yanayım, koltuğa oturabildiğim 3. gün anlayabilmiştim. Ama helal olsun, arkamı (nihayet daha edepli bir kelime buldum galiba) oğuştura oğuştura sahadan çıkarken, rakip centilmen oyuncuların bana gösterdikleri ilgi ve sevgiyi görmeliydiniz…
Şansızlığım basketbolda da devam etti. Bir okul maçında, ‘hücum ribound’unda havadaki bir topu kapayım diye zıpladığımda sarsak rakip pivot beni havada halletmeye kalkışınca, bu mütecaviz hareketini aşağıya indiğimde karşılıksız bırakmadım tabii !… Can havliyle 2 kroşe, 1 direkle boks tekniğinden örnekler verince, kalleş hakem beni oyundan atarak taraf tuttuğunu belli etti… Ben de elime bir daha basket topu almamaya yemin ettim… Tabii diğer basketçi kardeşlerimin de önünü açmış oldum !… Basketbolumuzun “yükselme devri”nin böylece başlamış olduğu konusunda asılsız dedikodular hala kulaktan kulağa konuşulur…
Yooo !… Voleyboluma laf söyletmem !.. Başarılı olduğum ne kadar branş varsa, hepsini elimin tersiyle bir kenara ittim, yaşamımın en güzel anlarını bu camia içinde huzur bularak yaşadım… Sporculuk hayatım kadar antrenörlük ve idarecilik hayatımda da iyi ve kalıcı bir şeyler yaptığımı zannediyorum. Özellikle plaj voleybolu benim dünyam ve yaşam sevincim. Hani bir gün bana bir şey olursa (Allah geçinden versin !..) beni kuma gömün diyecek kadar da baş koyduğum dal…
Anlayacağınız hayatımın büyük bir bölümü sporun içinde geçti… Hemen hemen tüm sporları sevdim ve dediğim gibi denemeye çalıştım… Ancak gene de bilmediğim ve becermemin imkansız olduğu bir dalın varolduğunu er geç acı da olsa öğrenecektim…
(Devamını merak edenler birkaç gün heyecan yapmadan beklesinler…)