Oldum olası şu minibüslerden nem kaparım…
Başta İstanbul olmak üzere bir çok şehirde tablo hemen hemen birbirinin kopyasıdır…
Antalyalı minibüsçülerin bir kısmı da bu meslektaşlarının yanında sönük ve ezik kalmamak (!) için varlarını güçlerini ortaya koymaktalar !…
Öyle hemen “Minibüsçülük” deyip geçmeyin !…
Bir kere minibüsçülüğün kendine has edebiyatı ve raconları vardır… Bunları bilmediniz, kabul etmediniz mi kısa seyahatiniz tansiyonunuz ve sinir sisteminiz 7 şiddetinde sarsılır da Kandilli’nin bile haberi olmaz !…
Yolların ve trafiğin tartışmasız (!) tek hakimi olan minibüslerde şoförlerin yampirik bir oturuş şekilleri vardır…
Sanki hepsi birer Osmanlı kabadayısıdır…
Konuşma üslubu ise, boyundan kafayı sağa sola, aşağı yukarı oynatarak, zenginleştirilmiş kaş/göz mimikleriyle lafları geveleyerek ve uzatarak konuşmayla bütünleşir…
“-Hacı amca, şöyle bir parça daha yanaş !… Arkaları dörtleyelim, hatta mümkünse beşleyelim
beyler !..”
“-Bacım, al çocuğu kucağına !… vatandaş otursun !…”
“-Aaaa !… Ayol üstüme sağlık !… Kocaman velet bu !… Niye kucağıma oturtacakmışım tanımadığım veleti kucağıma ?..”
“-Şöför amca ben kocaman bir birinci sınıf öğrencisiyim… Üstelik sünnet bile oldum !…”
“-………….”
“Ayaktakiler !… Yanaşın arkaya öne !… Vatandaş kapıdan binemiyor !…”
“-Kaptan, yer mi var ki ilerleyelim ?…”
“-Yağmur çiseliyor… maksat vatandaş yolda kalmasın !..”
“-Yahu bir tek sen mi varsın vatandaşı taşıyan ?.. Varsın bi arkadakine binsinler…”
“Yahu bir 2,5 veriyorsunuz !… Sanki arabayı satın alıyorsunuz !… Beğenmiyorsan tut bir taksi, yayıla yayıla git varacağın yere !..”
Minibüs daha da dolar taşar… 12 kişi bir yerlere balık istifi tünemiş, 19 kişi de ayakta iç içe… (çoğu cezalı öğrenciler gibi tek ayakta !…) Teypte Müslüm baba kaseti…
“-Pa-ram-par-çaaaa !…”
Hacıağa kokusu… Ayak kokusu… Ter kokusu… Ucuz parfüm kokusu… Cigara kokusu… Soğan,sarımsak kokusu… Hepsi birbirine karışık !… Dayanılmaz bir koku armonisi !…
Bu arada kuşbakışı rontçular, arkadan bastıran fortçular, yandan yandan cağanoz gibi ince çalışan cepçiler !…
“-Aaaa !… Üzerime çıktın be adam !…”
“-N’apiyim, arkadan itiyorlar hanım abla !…”
“-Ayol arkanda kimse yok ki itsin !… Sonra söyle bakiim bana… Ben senin nerden ablan oluyorum ? Hem daha 38 yaşındayım ve daha erkek eli deymedi elime !…”
“-Ama ben elinize değil !…”
“-Sus !… Hala konuşuyor !… Şimdi sapık var diye bağırırım !…”
“-Estağfurullah !… Ne haddimize ?…”
Daha diplerde bir yerlerde… ayaktakiler arasında… bir feryat !…
“-Beyefendi !… Elinizi koyacak daha münasip bir yer bulamadınız mı ?..”
“-Şeyyy !.. Bulmasına buldum da… Birden çekindim !..”
“-Terbiyesiz !..”
Bu arada şoför gaz pedalını topuklamakta… Sağ ve sol şerit çıkartmaları… Öndeki minibüs ile yarışırken, arkadan gelenlerin önünü kesmeceler… Müşteri araklama/kaptırmama dalgası işte !… Ani frenler… Devamlı çalan sinir bozucu korna salvoları…
“-Şüfer bey !.. Az daha yavaş gidemez misiniz ?..”
“Ne o hanım teyze… Bu yaştan sonra bana direksiyon dersi mi vereceksin ?..”
Ellerini direksiyondan çeker… Daha beter gazlar !…
“Gel, sen kullan !…”
Feryatlar… çığlıklar !…
Arkadan bir ses…
“-Şeker evladım… Bakırköy sapağına geldik mi ?..”
“-Teyzecim, altıncı kez soruyorsun !… Şimdi tam Bakırköy’lük olacam !..”
“İyi iyi !… Demek 6.kısımda oturuyorsun ?… Hangi blok ?….”
“-Fesupanallah !… bir sağır eksikti !..”
Sıra Orhan Baba’da…
“-Batsın bu dünyaaaaa !..”
“-Şüfer bey !… Şu ilerde Turşucu’nun önünde inecem !..”
“-İnemezsin !..”
“-Niye ayol ?..”
“-Çünkü orası durak değil…durulmaz !..”
“-Eee… Beni aldığın yerde Kanatçı Cafer’in önüydü ve de durak yoktu ?..”
“-Ebenin … !.. Sen de amma dilliymişsin be güzel ablam !… İstersen odana, mutfağına, hatta yatak odana bırakayım ha ne dersin ?..”
“-Ahlaksız !…”
Ani bir fren !.. Minibüsün içerisinde zorunlu yer değişmeler !…
“Hadi in bakalım… hizmet buraya kadar !..”
Güzel abla söylene söylene iner… Minibüs hareketlenir… 3 saniye sonra (takriben 30 metre…) arkadan bir başka ses…
“-Kaptan oğlum !… Durakta durur musun ?..”
“-Haydaaaa !… Babacım 30 metre yürüyemez miydin ?.. Bu araba posta arabası değil !.. Sonra bak babalık, arkada ne yazıyor, iyi bak !…”
“–Oğlum ne bileyim ben arkanda ne yazıyor ?…”
“-Benim değil, rüzgarın oğlu minibüsüm ‘Jet Hüsam’ın !…”
“-Ne yazıyormuş bakayım ?…”
“-Tek rakibim Türk Hava Yolları…”
“-……………”
Minibüs içerisindeki muhabbet böylece sürer gider… Yani inene kadar !..
Minibüslerde bir de görsel zenginlikler var !…
Şoför mahalinde bir yazı… “Seni sevmeyen ölsün !..”
Bir başkası… “Batsın bu dünya !..”
Yahu O’nu sevmeyen niçin ölsün ?…
Mecbur muyuz önümüze geleni sevmeye ?..
Sonra niye bu güzelim dünya batsın ?..
Bir de minibüslerin arkasında yazılar var…
Sinyal farının üzerinde geçilmez işareti… Yanında bir yazı… “Kim geçer seni”…
Sanki mübarek yarış atı…
Geçebilenler ise korna çalıp, pis pis sırıtıyorlar !..
Şimdi de kasette bir başka şarkı… Ferdi Tayfur… Şarkı söylemiyor… salya sümük ağlaya ağlaya, bağıra bağıra feryat ediyor !…
“-Toprak olur, taş olurum… Yolunda yoldaş olurum, istersen kardaş olurum… Merak etme sen…Merak etme sen !..”
Yahu seni niye merak edelim… Yarın eve ekmeği nasıl götürecek, manavın, bakkalın, kasabın borçlarını neyle temizleyecek, yaramazların okul kitaplarını nasıl tedarik edecek, kirayı nasıl denkleştirecek, onunla meşgul vatandaş !… Neni merak edecek ?..
Siz siz olun, sakın alışık ve mecbur değilseniz, sinir sisteminizde demir katmanları yoksa, vücudunuz hafif şarjlara, obstrüksiyonlara, faullere ve de dokuz kusurlu harekete hazır değilse, yani tam bir maceraperest olmadığınız sürece siz siz olun sakın ha minibüs lafını ağzınıza dahi almayınız !.. Bol bol uzun yürüyüşler yapınız… Maksat spor da olsun bir yere varırken ?…
Tavsiyem; Kazasız, belasız kaldırımları kullanınız… Yararını göreceksiniz !..
Zaten bütün kazalar hep yollarda olmuyor mu ?…
Keyifli hafta sonları efendim…