Orhan Boran bir Pazar günü o zamanların bakir Çamlıca Tepesi’ne temiz hava almaya çıkar…
Kol saatini evde unutmuştur…
Saati merak eder…
Orada ineğini otlatan bir yaşlı adam görür, yaklaşır…“Amca bey ?… Acaba saat kaç, bir bilgin var mı ?…” der…
Adam ineğinin altına eğilir, memelerini aralar, dönüp cevap verir…
“Saat ikiyi on geçiyor bey…”
Orhan Boran şaşırır… Merak da eder ama çekinir sormaya saati nasıl söyledi diye ?…
Biraz daha dolanır, merakı daha da artar… Gene adamın yanına sokulur, sorar…
“Yahu amca bey, sana gene zahmet olacak ama, saati gene sorsam, ayıp etmiş olur muyum ?…” der…
Adamcağız, gayet kibar “Estağfurullah… Ne münasebet efendim, bir bakayım ?…” der… Gene ineğinin altına eğilir, memelerini aralar, “Üçe beş var !…” der…
Orhan Boran iyice şaşırır… cebinden bir 2,5’luk çıkarır (O zaman 2,5 lira kağıt par para vardı ve de kuruşların yanında iyi paraydı…) usulca adama uzatır…
“Sizi çok rahatsız ediyorum ama, çok merak ettim de… Saati ineğin neresine bakarak nasıl anlıyorsunuz ?…” deyince adam gene istifini bozmadan cevap verir…
“Çok kolay !…” der, devam eder…
“Siz saati sorduğunuz zaman, gördüğünüz gibi ineğimin altına eğiliyorum, memelerini aralıyor, karşıki fabrikanın kapısının üzerindeki dev saate bakıyor, size söylüyorum…” der, bahşişi cebe atar…
Bu yazdığım 1967’de Taksim Belediye Gazinosu’nda o zamanların popüler bankası Türk Ticaret Bankası’nın bir yemeğinde bizzat Orhan Boran ağabey tarafından sahnede anlatılmıştır… Tabii onun muhteşem mimik ve yorumuyla…
Eğer aradan 47 sene geçmesine rağmen hatırlayabiliyorsam, o hafızamın ne kadar güç olduğundan ziyade onun anlatım yeteneğiyle beynime kazıdığından kaynaklanmaktadır !…
Aziz anısı önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum…