O NE SESTİ ÖYLE / Hasan Uğur Epirden

Derleyen: Hasan Uğur Epirden

Urla’da güneş batmak üzereydi… Poyraz nöbeti Meltem’den devralmış, hafif ve tatlı bir serinlik tenleri okşar olmuştu…

İskelede, limanın karşısındaki eski Rum evinin altındaki kahvenin önündeki bankların birine oturmuş, döneceği anı bekliyordum… O’nu gerçekten de özlemiştim…
En son TRT Ortaköy stüdyolarında Kaynak Gültekin’in yönetmenliğini yaptığı Şevket Uğurluel ile piyano başı programında rastlamış, program sonrası kafa kafaya vermiş ondan, şundan, bundan konuşmuştuk…

Ama söz gene dolanıp, dolaşıp yine aşka ve verdiği dayanılmaz bir acıya dayanmıştı! … Zaten aldığı alkol, bu gezinin sonunun nereye varacağının ve nasıl noktalanacağının sinyalini vermekteydi! …

O alkol değil miydi O’na bir “Dünya Starı” olmanın kapılarını yüzüne kapatan? …

O alkol değil miydi tüm sevdiklerini elinden kopartırcasına alan? …

Ve o alkol değil miydi O’nu kalabalıklar içinde yalnızlığa mahkûm eden? …

Hayatım boyunca bir gece kulübünde en keyif alarak dinlediğim sesti… Ve beni karanlıklar içinde güçlü sesiyle ağlatan tek solistti… O’nu Frank Sinatra’yla bile mukayese etmiş nice müzik otoritesi vardı…

Konuştuğumuz, gene yüreğinde kor gibi yanmaya devam eden, aşkların en zalimi, en acımasızı, en çektireniydi… Zerrin’i çok sevdi… Evlendiler… Onun için içkiyi bile bırakmayı denedi…

Bir süre içki ve sigaradan uzak durdu… Hayatı tam düzene girmek üzereydi ki, iradesi ve beynine tekrar yenik düştü! …

İstanbul boğazı… Urla… Tekne… Balık… Ve yine içki… Bunun faturasını çok ağır ödedi…

Ailesi biricik Zerrin’ini bağrından koparıp, Amerika’ya kaçırdı… Ve koca dev adam için yalnızlık ve hüzün yılları başladı! … Müzik’ten kopma noktasına geldi!… Küskündü… Herkese… Her şeye… Yaşama… Aşka…

Tek tesellisi deniz, tekne, balık ve alkoldü…
Oysa müziğe başlangıcı ne ilginçti… Annesi müziği sevdirmek ve ona aşılamak için küçük Tanju’nun piyanosunun tuşları üzerine az bisküvi dizmemişti…

Askerliği sırasında da, Ankara Orduevi’nde davul çalarken, Selçuk Sun’un ısrarı ve teşvikiyle şarkı söylemeye başlamıştı… Söylemeye başlamıştı başlamasına ancak, tembelliği, zor ezberciliği orkestra arkadaşlarında epey şikayet konusu olmuştu !…
1961’de Ankara’da birçok gece kulübünde çalışmış, bu arada Orhan Sezener, Müfit Kiper, Vasfi Uçaroğlu gibi dönemin önde gelen orkestralarında da solistlik yapmaya başlamıştı…

İlk evliliğini Sema Burak ile yapmış, ancak bir yıl sürebilen bu evlilikten de oğlu Tansu dünyaya gelmişti…
Bu arada George Moustaki’nin “Le Metaique” parçasını Bekir Sıtkı Erdoğan’ın sözleriyle “Hasret” olarak okumuş, bu parça büyük sükse yapmıştı…
1964’te Balkan Müzik Festivali’nde Erol Büyükburç ve Tülay German ile birlikte Milli solistimiz olmuştu…

Bir süre dönemin ünlü şarkıcılarından Patricia Carli’nin davetlisi olarak gittiği Fransa’da şansını denemek istemişti… Hatta “İbibikler öter ötmez ordayım” parçası da hayli beğeni kazanmıştı! …

6 ay daha kalması ve “Samanyolu’nun Fransızca ’sının yapılması teklif edilmişti…

Ancak parasızdı ve bu kadar süre Fransa’da kalabilmesinin imkânı yoktu… Geri döndü… O’nun “Hayır’ı” Hollandalı sanatçı/orkestra şefi David Alexandre Winter’e yaradı ve “O Lady Mary” ismiyle yayınlanan plak, daha sonrada tam 16 dile çevrilerek Türkiye’nin yurt dışında en tanınmış parçası olmakla kalmadı, bestecisi Metin Bükey’in ününü dünyaya taşıdı…

Dediğim gibi onu çok özlemiştim… Teknesi uzaktan gözükünce, hele hele yanaşmaya başlayınca oturduğum kanepeden doğrulup, yanaşmakta olduğu yere yaklaştım! … Beni fark edince içten bir kahkaha attı…

Elindeki balık dolu sepeti, muzaffer bir komutan edasıyla havaya kaldırdı…
“-Şanslısın! … Bunlar sana da bana da yeter de artar tombul! …” dedi…

Bana rahmetli Ergun Özer’den sonra “Tombul” diyen ikinci muhteremdi…
Önünde hiç kullanmadığı külüstür otomobilinin teşhir edildiği (!) evinin bahçesinde o akşam hem balık, hem de müzik ziyafeti vardı… Onun çıplak sesle en içten duygularla Urla karanlıklarına astığı, dalga seslerinin vokal yaptığı, yakamozlarla süslenen “Deniz ve Mehtap”, “Kadınım”ı ve “Hasret”i hiç unutamam! …

İçtiği, 2 hatta 3 şişe devirdiği gecelerde bile efendiliğinden, centilmenliğinden ödün vermemiş bir İstanbul beyefendiydi… Sofrası herkese açık kalender bir dosttu… Hele masasında yerinizi aldınız mı, o koskoca kollarıyla ve gövdesiyle öylesine içten kucaklar ve öperdi ki! …

O gece birlikte şarkılar söyledik sabaha kadar… Dediğim gibi, kapısının önünde denize karşı çürüyen bir arabası vardı… Arkadaki parka almaya üşenirdi… Arada sırada yerinden kalkar, sıkça ziyaret ettiği tuvalete uğrar, bazen çektikleri dışına taşınca, gider tekerleklerini tekmelerdi! …

Bir gün içkiye tövbe etti… Ve sonrası hiç içmedi…

Ama vücuduna ve sıhhatine yapacağını yapmış, olanlar olmuş ve adeta sonun başlangıcı başlamıştı! …
22 Nisan 1995´ta aşırı kilo kaybı ve kalp yetmezliği ile hastaneye kaldırıldı… Maalesef konulan teşhis “siroz”du… Ve bundan sonra ıstırap yüklü acılı günleri başladı…

Ve yaklaşık bir yıl sonra, 23 Mayıs 1996 tarihinde aramızdan, onca derin iz ve “Hasret” bırakarak ayrıldı… Masmavi denizden çarşaf, yıldızlardan bir yorgan örttü üstüne…

Güneş rakı burcuna girdiğinde doğmuş adam, güneş hep rakı burcundayken yaşadı ve güneş rakı burcundayken öldü! … Kısacası, dediği gibi yaşadı… Yaşadığı gibi de öldü…

Onuruyla… Ardından böylesine hatıralar ve ölümsüz parçalar bırakarak! …

Onu son günlerinde Dario Moreno’nun unutulmaz parçası “Deniz ve Mehap”, “Kadıım” ve “Çal Çingene” parçaları ile başbaşa bırakarak aradan usulca çekiliyorum…

https://www.youtube.com/watch?v=4FxQY6ODsek

https://www.youtube.com/watch?v=-QK-dhT3TjY

https://www.youtube.com/watch?v=ES84Y1W-7f g

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s