Tüm sevenler ve sevilenler için… ONSUZLUK… Hasan Uğur Epirden

 

Akıntıburnu

Yaşlı adam elindeki onluğu şoföre uzattı…
“-Müsait bir yerde inmek istiyorum…”

Boğazın en güzel yerlerinden biriydi Akıntıburnu… Üstelik sabahın bu saatlerinde de oldukça tenha olurdu…
Nice gençlik aşklarını ve hatıralarını bir sırdaş gibi bağrında kucaklayıp, saklamıştı…
Havayı derin derin içine çekti…
Sanki O’nun kokusu sinmiş ve öylesine kalakalmıştı iklimler…

Evet, yılların acımasızlığı saçlarına ve sakallarına beyaz bir egemenlik getirmişti… Yaşanmış, yaşanmıştı ama daha hayattan beklentileri vardı…

Hala O’nu bekliyordu, bundan da büyük bir zevk alıyordu, ve bu onun keder sarhoşluğunu çabuklaştırıyordu…


Boğaz vapuru gene onların hala eskimeyen çöpçatan kanepelerinin önünden geçiyordu… Denizin yeşili, doğanın yeşili ve en korkuncu O’nun yeşili değilmiydi tek bir kaçamak bakıştan bile fırlayabilip, vücudunun her karesini öylesine
okşarcasına dolaşan ?..

Dönmeyeceğini bile bile, O‘nu aramak hoşuna gidiyordu… Kaderde O’nu böylesine sessiz, böylesine uzaktan ve böylesine çaresiz sevmek te vardı…
Oysa O bir şarkı gibi usulca girivermişti hayatına… Tanrılar bile O’nun kadar sevilmemişti… Belki de Tanrı’ların öcüydü onları birbirlerine doyamadan ayıran…


O niçin hala çektirmeye devam ediyordu ?… Tanrı’larla işbirliği mi yapmıştı, en ağır ve acımasız cezalara inat ?..

Sahi, O şimdi neredeydi ?.. Kiminleydi ?… Mesut muydu ?… Yaşıyor muydu ?…
Gözlerinin önünden O’na en yakın olduğu anlar bir film şeridi gibi akıp gitti…
Birkaç damla gözyaşı hürriyetine kavuştu…
Yutkundu… Kendini tutmaya, kasmaya çalıştı… beceremedi…
Pekala erkekler de ağlardı ve ağlamanın yaşı yoktu, bir gençlik aşkına olsa bile… Ama o aşk hayatına
h,ç gitmemecine sere serpe yayılıvermişti…
Ne olurdu O yanıbaşında olsaydı, ellerini tutsaydı, saçlarını okşasaydı ?…
Ne olurdu O’nun göğsünde dinlendirseydi yorgun ve yaralı yüreğini…

Martılar uçuşuyordu… Birkaç balıkçı şanslarını deniyordu bir çapari mesafesinde… İki kumru, ağacın dallarında sevişiyordu…
Hiç bitmeyecekmiydi O’nu beklemek ?…
O’nu beklemek ölümsüzlük müydü yoksa ?..
O ve ölümsüzlük o
denli benzeşiyorlardı ki O’nunla…
İkisinin de sonu yoktu…

Uzaklarda bir yerde kürdilihicazkar çalıyordu… Zeki Müren söylüyordu hüzünlü, özlem dolu sesiyle, kulak kabarttı iç çekerek…

Az mı kadeh tokuşturmuşlardı, bir taş plak eskisinde Müzeyyen ablayla…
O salaş balıkçı meyhanesinde, bir tahta masa üzerinde kazınmış isimleri hala yaşıyordu
hep ziyaret ettiği nostaljiyle kuşatıldığı o masada ve bundan keyif alıyor, acımtrak bir mutluluk duyuyordu…

Denize inen taş merdivenlerde bir çift kendilerinden geçmişti…
Birden O’nun kor dudaklarını hatırladı…
Soğuk bir kış gecesini… Üşümeyi unuttukları lapa lapa yağan karın masum yumuşaklığında dakikalarca sevişmelerini
Oradan haykırmamış mıydı
“Seni seviyorum” diye dipteki yosunlardan, gökyüzündeki bulutlara dek…


Şimdilerde sessizlik hakimdi…
Bağrına açılan kulaklarına sadece dalgaların şırıltısıyla, martıların kanat seslerine izin veriyordu…

Kahır yüklüydü, kederliydi…Trajik bir atmosfere esir olmuş, geleceği ile geçmişi birbiriyle nasıl düğümleyeceğinin hayalperest hesaplarını yapıyordu…


Güneş bu ilkbahar sabahında, bulutlar ardında görünmekle saklanmak arasında cilveleşiyor, bir tercih yapamıyordu…

Ceketinin yakalarını kaldırma ihtiyacı hissetti ürpererek… Lodosta mı acaba terkedilmişliğine ve yalnızlığına acımayıp, üstüne üstlük bir de intikam alıyor, estikçe esiyor, git gide sertleşiyordu…

Hiç bitmeyecekmiydi O’nu bu bekleyiş ?…
Bazen inancını yitirdiği de olmuyor değildi…
İşte o zaman içinden yıkmak geliyordu İstanbul’u…
Vız gelirdi altında kalmak İstanbul’un…
O dibini oyduğu gecelerin meyhanesinde, aşina tahta masaya, kırılmış bir taş plak misali yığılıp kaldığı günlerin sayısı, yaşamının artık büyük bir dilimini oluşturuyordu…
Gene de O’nu beklemek, bir gün elbet geleceğine inanmakla ölümsüzlük eş değerdeydi… Tek fark, ölümden korkmuyordu gelmeyeceğine korktuğu kadar…

Denizi kimse ondan daha iyi tamamlayamazdı…
O gelmeden önce boğazın suları yeşil bile değildi… O gittikten sonra da olamadı… Kimbilir ne biçim bakmıştı denize ?…

Otudu ağır ağır banka… Oturmak ne kelime… çöktü banka…
Hiç yapmadığını yaptı…

Bir sigara yaktı… Derin derin içine çekti…
Kendisinden intikam almak istiyordu belki de ?…
Kendisini suçlu hissediyordu ve yargılıyordu…
Nikotin bile O’nun kadar işleyemezdi içine
ve o denli yıkıcı, öldürücü değildi…

Tüm sevenler ve sevilenler için…

ONSUZLUK…

Hasan Uğur Epirden

Yaşlı adam elindeki onluğu şoföre uzattı…
“-Müsait bir yerde inmek istiyorum…”

Boğazın en güzel yerlerinden biriydi Akıntıburnu… Üstelik sabahın bu saatlerinde de oldukça tenha olurdu…
Nice gençlik aşklarını ve hatıralarını bir sırdaş gibi bağrında kucaklayıp, saklamıştı…
Havayı derin derin içine çekti…
Sanki O’nun kokusu sinmiş ve öylesine kalakalmıştı iklimler…

Evet, yılların acımasızlığı saçlarına ve sakallarına beyaz bir egemenlik getirmişti… Yaşanmış, yaşanmıştı ama daha hayattan beklentileri vardı…

Hala O’nu bekliyordu, bundan da büyük bir zevk alıyordu, ve bu onun keder sarhoşluğunu çabuklaştırıyordu…


Boğaz vapuru gene onların hala eskimeyen çöpçatan kanepelerinin önünden geçiyordu… Denizin yeşili, doğanın yeşili ve en korkuncu O’nun yeşili değilmiydi tek bir kaçamak bakıştan bile fırlayabilip, vücudunun her karesini öylesine
okşarcasına dolaşan ?..

Dönmeyeceğini bile bile, O‘nu aramak hoşuna gidiyordu… Kaderde O’nu böylesine sessiz, böylesine uzaktan ve böylesine çaresiz sevmek te vardı…
Oysa O bir şarkı gibi usulca girivermişti hayatına… Tanrılar bile O’nun kadar sevilmemişti… Belki de Tanrı’ların öcüydü onları birbirlerine doyamadan ayıran…


O niçin hala çektirmeye devam ediyordu ?… Tanrı’larla işbirliği mi yapmıştı, en ağır ve acımasız cezalara inat ?..

Sahi, O şimdi neredeydi ?.. Kiminleydi ?… Mesut muydu ?… Yaşıyor muydu ?…
Gözlerinin önünden O’na en yakın olduğu anlar bir film şeridi gibi akıp gitti…
Birkaç damla gözyaşı hürriyetine kavuştu…
Yutkundu… Kendini tutmaya, kasmaya çalıştı… beceremedi…
Pekala erkekler de ağlardı ve ağlamanın yaşı yoktu, bir gençlik aşkına olsa bile… Ama o aşk hayatına
h,ç gitmemecine sere serpe yayılıvermişti…
Ne olurdu O yanıbaşında olsaydı, ellerini tutsaydı, saçlarını okşasaydı ?…
Ne olurdu O’nun göğsünde dinlendirseydi yorgun ve yaralı yüreğini…

Martılar uçuşuyordu… Birkaç balıkçı şanslarını deniyordu bir çapari mesafesinde… İki kumru, ağacın dallarında sevişiyordu…
Hiç bitmeyecekmiydi O’nu beklemek ?…
O’nu beklemek ölümsüzlük müydü yoksa ?..
O ve ölümsüzlük o
denli benzeşiyorlardı ki O’nunla…
İkisinin de sonu yoktu…

Uzaklarda bir yerde kürdilihicazkar çalıyordu… Zeki Müren söylüyordu hüzünlü, özlem dolu sesiyle, kulak kabarttı iç çekerek…

Az mı kadeh tokuşturmuşlardı, bir taş plak eskisinde Müzeyyen ablayla…
O salaş balıkçı meyhanesinde, bir tahta masa üzerinde kazınmış isimleri hala yaşıyordu
hep ziyaret ettiği nostaljiyle kuşatıldığı o masada ve bundan keyif alıyor, acımtrak bir mutluluk duyuyordu…

Denize inen taş merdivenlerde bir çift kendilerinden geçmişti…
Birden O’nun kor dudaklarını hatırladı…
Soğuk bir kış gecesini… Üşümeyi unuttukları lapa lapa yağan karın masum yumuşaklığında dakikalarca sevişmelerini
Oradan haykırmamış mıydı
“Seni seviyorum” diye dipteki yosunlardan, gökyüzündeki bulutlara dek…


Şimdilerde sessizlik hakimdi…
Bağrına açılan kulaklarına sadece dalgaların şırıltısıyla, martıların kanat seslerine izin veriyordu…

Kahır yüklüydü, kederliydi…Trajik bir atmosfere esir olmuş, geleceği ile geçmişi birbiriyle nasıl düğümleyeceğinin hayalperest hesaplarını yapıyordu…


Güneş bu ilkbahar sabahında, bulutlar ardında görünmekle saklanmak arasında cilveleşiyor, bir tercih yapamıyordu…

Ceketinin yakalarını kaldırma ihtiyacı hissetti ürpererek… Lodosta mı acaba terkedilmişliğine ve yalnızlığına acımayıp, üstüne üstlük bir de intikam alıyor, estikçe esiyor, git gide sertleşiyordu…

Hiç bitmeyecekmiydi O’nu bu bekleyiş ?…
Bazen inancını yitirdiği de olmuyor değildi…
İşte o zaman içinden yıkmak geliyordu İstanbul’u…
Vız gelirdi altında kalmak İstanbul’un…
O dibini oyduğu gecelerin meyhanesinde, aşina tahta masaya, kırılmış bir taş plak misali yığılıp kaldığı günlerin sayısı, yaşamının artık büyük bir dilimini oluşturuyordu…
Gene de O’nu beklemek, bir gün elbet geleceğine inanmakla ölümsüzlük eş değerdeydi… Tek fark, ölümden korkmuyordu gelmeyeceğine korktuğu kadar…

Denizi kimse ondan daha iyi tamamlayamazdı…
O gelmeden önce boğazın suları yeşil bile değildi… O gittikten sonra da olamadı… Kimbilir ne biçim bakmıştı denize ?…

Otudu ağır ağır banka… Oturmak ne kelime… çöktü banka…
Hiç yapmadığını yaptı…

Bir sigara yaktı… Derin derin içine çekti…
Kendisinden intikam almak istiyordu belki de ?…
Kendisini suçlu hissediyordu ve yargılıyordu…
Nikotin bile O’nun kadar işleyemezdi içine
ve o denli yıkıcı, öldürücü değildi…

Tüm sevenler ve sevilenler için…

ONSUZLUK…

Hasan Uğur Epirden

Yaşlı adam elindeki onluğu şoföre uzattı…
“-Müsait bir yerde inmek istiyorum…”

Boğazın en güzel yerlerinden biriydi Akıntıburnu… Üstelik sabahın bu saatlerinde de oldukça tenha olurdu…
Nice gençlik aşklarını ve hatıralarını bir sırdaş gibi bağrında kucaklayıp, saklamıştı…
Havayı derin derin içine çekti…
Sanki O’nun kokusu sinmiş ve öylesine kalakalmıştı iklimler…

Evet, yılların acımasızlığı saçlarına ve sakallarına beyaz bir egemenlik getirmişti… Yaşanmış, yaşanmıştı ama daha hayattan beklentileri vardı…

Hala O’nu bekliyordu, bundan da büyük bir zevk alıyordu, ve bu onun keder sarhoşluğunu çabuklaştırıyordu…


Boğaz vapuru gene onların hala eskimeyen çöpçatan kanepelerinin önünden geçiyordu… Denizin yeşili, doğanın yeşili ve en korkuncu O’nun yeşili değilmiydi tek bir kaçamak bakıştan bile fırlayabilip, vücudunun her karesini öylesine
okşarcasına dolaşan ?..

Dönmeyeceğini bile bile, O‘nu aramak hoşuna gidiyordu… Kaderde O’nu böylesine sessiz, böylesine uzaktan ve böylesine çaresiz sevmek te vardı…
Oysa O bir şarkı gibi usulca girivermişti hayatına… Tanrılar bile O’nun kadar sevilmemişti… Belki de Tanrı’ların öcüydü onları birbirlerine doyamadan ayıran…


O niçin hala çektirmeye devam ediyordu ?… Tanrı’larla işbirliği mi yapmıştı, en ağır ve acımasız cezalara inat ?..

Sahi, O şimdi neredeydi ?.. Kiminleydi ?… Mesut muydu ?… Yaşıyor muydu ?…
Gözlerinin önünden O’na en yakın olduğu anlar bir film şeridi gibi akıp gitti…
Birkaç damla gözyaşı hürriyetine kavuştu…
Yutkundu… Kendini tutmaya, kasmaya çalıştı… beceremedi…
Pekala erkekler de ağlardı ve ağlamanın yaşı yoktu, bir gençlik aşkına olsa bile… Ama o aşk hayatına
h,ç gitmemecine sere serpe yayılıvermişti…
Ne olurdu O yanıbaşında olsaydı, ellerini tutsaydı, saçlarını okşasaydı ?…
Ne olurdu O’nun göğsünde dinlendirseydi yorgun ve yaralı yüreğini…

Martılar uçuşuyordu… Birkaç balıkçı şanslarını deniyordu bir çapari mesafesinde… İki kumru, ağacın dallarında sevişiyordu…
Hiç bitmeyecekmiydi O’nu beklemek ?…
O’nu beklemek ölümsüzlük müydü yoksa ?..
O ve ölümsüzlük o
denli benzeşiyorlardı ki O’nunla…
İkisinin de sonu yoktu…

Uzaklarda bir yerde kürdilihicazkar çalıyordu… Zeki Müren söylüyordu hüzünlü, özlem dolu sesiyle, kulak kabarttı iç çekerek…

Az mı kadeh tokuşturmuşlardı, bir taş plak eskisinde Müzeyyen ablayla…
O salaş balıkçı meyhanesinde, bir tahta masa üzerinde kazınmış isimleri hala yaşıyordu
hep ziyaret ettiği nostaljiyle kuşatıldığı o masada ve bundan keyif alıyor, acımtrak bir mutluluk duyuyordu…

Denize inen taş merdivenlerde bir çift kendilerinden geçmişti…
Birden O’nun kor dudaklarını hatırladı…
Soğuk bir kış gecesini… Üşümeyi unuttukları lapa lapa yağan karın masum yumuşaklığında dakikalarca sevişmelerini
Oradan haykırmamış mıydı
“Seni seviyorum” diye dipteki yosunlardan, gökyüzündeki bulutlara dek…


Şimdilerde sessizlik hakimdi…
Bağrına açılan kulaklarına sadece dalgaların şırıltısıyla, martıların kanat seslerine izin veriyordu…

Kahır yüklüydü, kederliydi…Trajik bir atmosfere esir olmuş, geleceği ile geçmişi birbiriyle nasıl düğümleyeceğinin hayalperest hesaplarını yapıyordu…


Güneş bu ilkbahar sabahında, bulutlar ardında görünmekle saklanmak arasında cilveleşiyor, bir tercih yapamıyordu…

Ceketinin yakalarını kaldırma ihtiyacı hissetti ürpererek… Lodosta mı acaba terkedilmişliğine ve yalnızlığına acımayıp, üstüne üstlük bir de intikam alıyor, estikçe esiyor, git gide sertleşiyordu…

Hiç bitmeyecekmiydi O’nu bu bekleyiş ?…
Bazen inancını yitirdiği de olmuyor değildi…
İşte o zaman içinden yıkmak geliyordu İstanbul’u…
Vız gelirdi altında kalmak İstanbul’un…
O dibini oyduğu gecelerin meyhanesinde, aşina tahta masaya, kırılmış bir taş plak misali yığılıp kaldığı günlerin sayısı, yaşamının artık büyük bir dilimini oluşturuyordu…
Gene de O’nu beklemek, bir gün elbet geleceğine inanmakla ölümsüzlük eş değerdeydi… Tek fark, ölümden korkmuyordu gelmeyeceğine korktuğu kadar…

Denizi kimse ondan daha iyi tamamlayamazdı…
O gelmeden önce boğazın suları yeşil bile değildi… O gittikten sonra da olamadı… Kimbilir ne biçim bakmıştı denize ?…

Otudu ağır ağır banka… Oturmak ne kelime… çöktü banka…
Hiç yapmadığını yaptı…

Bir sigara yaktı… Derin derin içine çekti…
Kendisinden intikam almak istiyordu belki de ?…
Kendisini suçlu hissediyordu ve yargılıyordu…
Nikotin bile O’nun kadar işleyemezdi içine
ve o denli yıkıcı, öldürücü değildi…


Arkasından sarmaş dolaş bir çift geçiyordu…
Kız, sımsıkı sarıldığı erkeğe bir şeyler fısıldarken kulak kabarttı istemeyerek…
“-Hiç ayrılmayacağız, değil mi sevgilim ?..”
Acı acı tebessüm etti içini çekerek…
Parmaklarının arasındaki bitmekte olan sigarasına uzun uzun baktı…
Genç çift git gide uzaklaşıyordu…
Yaşlı adam hala tebessüm ediyordu
arkalarından bakarak


Arkasından sarmaş dolaş bir çift geçiyordu…
Kız, sımsıkı sarıldığı erkeğe bir şeyler fısıldarken kulak kabarttı istemeyerek…
“-Hiç ayrılmayacağız, değil mi sevgilim ?..”
Acı acı tebessüm etti içini çekerek…
Parmaklarının arasındaki bitmekte olan sigarasına uzun uzun baktı…
Genç çift git gide uzaklaşıyordu…
Yaşlı adam hala tebessüm ediyordu
arkalarından bakarak


Arkasından sarmaş dolaş bir çift geçiyordu…
Kız, sımsıkı sarıldığı erkeğe bir şeyler fısıldarken kulak kabarttı istemeyerek…
“-Hiç ayrılmayacağız, değil mi sevgilim ?..”
Acı acı tebessüm etti içini çekerek…
Parmaklarının arasındaki bitmekte olan sigarasına uzun uzun baktı…
Genç çift git gide uzaklaşıyordu…
Yaşlı adam hala tebessüm ediyordu
arkalarından bakarak

Yorum bırakın