SON SÖZLERİNİ SÖYLEYEMEDEN ÖLDÜLER… Deniz İzgi

DENİZ İZGİ 232
Hasan’la…
Hasan Uğur Epirden’le bu zamanda, arkadaşlığımızın 42. Yılı’nı geride bıraktık…
O zamanlar ‘HEY’de ve ‘Milliyet’te çalışıyordum…
‘HEY’ Türkiye’nin ‘Tek Müzik Ve Gençlik Dergisi’ idi…
Daha iyi anlatabilmem için…
Bugün ne kadar radyo/TV ve yayın varsa, işte ‘HEY’ onların toplamından daha güçlü yapıda bir dergi idi…
Ben de ‘HEY’i hazırlayan o dört-beş kişilik ekipten biri…
Ben orada dört yıl kaldım…
Ve sonra çıtayı yükselttim…
HÜRRİYET’e geçtim…

Gündüz insan, gece kurt idim…
Gitar çalıyordum…
Şarkı da söylüyordum…
Ve söz yazıp onlara bir de müzik yapıyordum…
Bugün hala…
Hasan ise Şişli/Osmanbey’deki Saint Michel Fransız Okulu’nun en faal öğrencisi…
Her kolun, her hareketi başının altından Hasan, Hasan Epirden çıkıyordu…

Hasan gene aynı okuldan arkadaşı ile Nurhan Şahin ile konserler/etkinlikler düzenliyor ve o dönemin tüm sanatçıları ile müthiş ve çok güçlü ilişkiler kuruyordu…
Hasan Epirden yirmili yaşlarında Türkiye’nin sözü dinlenen kabul gören bir menajeri olmayı başarmıştı…

Hasan’ın düzenlediği bir okul konserinde arkadaşlarımla birlikte ben de çıkıp çaldım…
Hem de canlı/capcanlı…
Rıfat bas… Nejat davul… Recep gitar… Taner piyano çaldı…
Ben 12 telli Framus gitar tıngırdatıp şarkıları söyledim…
Ve bizden sonra İlhan İrem…
Yemedi…
İlhan, yemedi Play-Back yaptı…
Yani arkadan bant çaldı o üstüne söyledi…
Şaka…
İlhan… İlhan İrem hem o gün ve hem bugün çok önemli bir yaratıcıdır…

Laf çok uzadı.
Hasan… Hasan Epirden müthiş bir yazı yazdı…
Yayınlamasına fırsat vermeden, onu virgülüne dokunmadan ve Hasan’dan izin almadan araklayıp köşe yazısı olarak yayınlaması için kendisine postaladım…
Dedim ya 40 yılık arkadaşız ve bu hukuk ölçülerinde izin almama hakkımı kullanıyorum rahatça…

Hasan Epirden söz ettiği kişileri yüzde 100 tanıyor, kimine hayal ya da şaka gibi gelse bile…
Ve yazdıkları yüzde 100 doğru…
İşte Hasan Epirden’in bu yazısı…
Ve çok keyif aldım…
Çok acılı…
Ve çok acıklı…
Ve ne yapalım…
Hayat böyle değil mi…

HAYIRSIZLIK VE VEFASIZLIK…

Sanat ve kültürden ne kadar soyutlanmış bir millet olduğumuz, sanatçıya ve kültür adamına ne kadar ilgisiz kaldığımızdan açıkça belli oluyor…
Devletten destek görmeyen, sosyal güvenceleri bile Allah’a kalmış nice eli öpülesi üstün nitelikli sanatçı vatandaşımızı son yolculuğuna uğurlarken oluşan duygularımız ve alakamız, gene bir müddet sonra kayıplara karışıyor !…

ZEKİ MÜREN’de, BARIŞ MANÇO’da şahit olduğumuz, cenazelerinde yüz binleri sokaklara dökecek sevgi ve bağlılık seli, sonrasında bu büyük sanatçıları zamanla unutup, gitmedi mi?… Vefa bu muydu ?… Hayranlık oraya kadar mıydı ?…
Ya sessiz ve mütevazı kahramanların, büyük duayenlerin arkasından bu denli duyarsız kalmak ?…

Hak ettikleri alkışı alamadan, sevgiyi ve saygıyı yaşamlarında gerektiği kadar göremeyenleri düşündüm durdum dün gece ?… Aklıma bir çok isim geldi… Yatağımda gözyaşı döktüm… Özlemlerimin onlara karşı gitgide ne kadar katlandığını, onları ne kadar aradığımı düşündüm durdum !…

NECDET MAHFİ AYRAL’ı hatırladım… 96 yaşında emekli maaşıyla geçinmeye çalışan, Belediye Otobüsüyle işine gidip, gelebilen, tam 71 yılını ayırdığı tiyatro sayesinde yaşayan, cenazesini kaldırtabilecek bir kefen parasını kenara biriktiremeyen, Şehir Tiyatroları’nın cenazesini kaldırdığı bu üstada, bir çok piyesinde katıla katıla güldüğümü, sayesinde “Yahudi şivesi”ni sevdiğimi ve hala iyi taklit eder olduğumu düşündüm…Onunla beraber “Türk Tiyatrosu” sadece koca çınarını kaybetmekle kalmadı, belleğini de kaybetti…

ERGUN ÖZER’i hatırladım… Ekmek parası için, boğuştuğu amansız hastalığa rağmen gece yarılarına kadar boğazdaki restoranda alkollü, şımarık ve kafayı bulmuş nice boş insana hizmet verdiği günleri hatırladım… Bir keresinde piyanosunun hemen yanı başında oturuyordum… Çoğunluğu garson ve komiler tarafından gönderilen, peçetelere karalanmış müsvedde yazılarıyla durmadan arabesk parçalar isteyen müşterilerden o kadar çok sıkılmıştı ki, program sonrası bana, sadece bana, çok yorgun olmasına rağmen, tersine çevrilmiş sandalyelerin arasında “Jazz” çalmış, bir mini konser vermiş, verirken de, anlayana çaldığının bilincinde ve keyfinde en az benim kadar da zevk almıştı !…

ESİN ENGİN’i hatırladım… O efendilerin efendisi, o duygu yüklü, o kibar ve dürüstlük sembolü dostumu nasıl unutabilirdim ki ?… Notaların arasında, besteleri ve hayatını adadığı tangolar geldi, sanki kulaklarımda çınladı… Onun müzikleri sayesinde sevildi bir çok dizi film… Yumuşak kadife sesiyle Necip Celal’in “Ayrılık” isimli tangosunu yatağımda ona eşlik ederek mırıldandım… Son nefesini bir hastane odasında verirken, elini tutuğu eşine söylediği tango, hayata, müziğe, eşine ve onun şahsında insanlara yaşamı boyunca gösterdiği sevgiyi ve saygıyı özetler gibiydi…

YILDIRIM GÜRSES’i hatırladım… Türk Sanat Müziğine “Çok seslilik” kazandıran, o müthiş sesli, dev ağabeyimi ne kadar özlediğimin bir kez daha farkına vardım !… O cüssesinin içinde taşıdığı pırıl pırıl, civciv hassasiyetindeki kalbinin kurgusu ne yazık ki erken bitti !… Düşündüm… Acaba şarkısında “Elveda” derken hangi duygular içerisindeydi ?… Keşke hala, büyük bir coşkuyla “Çal kanunum çal !…” diyebilseydi !… Ve keşke, içinde ünlülerin kaynadığı “HOŞ SEDA” grubuyla Beyoğlu Emek Sineması peşkeş çekllmeden bir solo konserini daha düzenleyebilseydim !… “Son Mektup”u çok acıydı !…

CEM KARACA’yı hatırladım… Senelerce solo konserlerinde sahneyi bir dev gibi kaplarken verdiği o canlı fotoğrafları, gözlerimin önünden birer film şeridi gibi kayarak geçtiler !… Sosyal bir kültür bankasıydı O !… Ona düzenlediğim onlarca konserdeki hareketliliği, içerikli aydın kalabalıkları düşündüm… Her konserinde, “Merhaba gençler ve de her zaman genç kalanlar, Merhaba !…” sloganıyla nitelikli seyircisini selamlayan Cem de, maalesef bir yıldız gibi dünyamızdan kayıverdi, gitti !… Hep sorunlu, hep hüzünlü yaşadı… “Obur Dünya” onu da yedi ve eminim hala doymadı !… Sert ve asi gözüken mizacının altında altın bir kalbi vardı… Ona yönetmen olarak ta bir klip çekmiştim… Hala seyreder dururum… Gece yarısı, Ataköy Marina’da bir sonbahar ayazında çektiğim klip, “Bu Biçim” isimli parçasınaydı… Morali bozuktu, bir şişe viski onu kuzu gibi yapınca ve de kafayı bulunca tam istediğim gibi bir klip oldu ve yılın klipleri arasında yer aldı !… O da diğer talihsiz sanatçılar gibi ekmeğini namusuyla, Üsküdar’da bir barda şarkı söyleyerek kazanmak zorunda kalmıştı !… Ona yakıştıramadığım “Ölüm” de işte o dönem kapısını çalmıştı !…

TANJU OKAN’ı düşündüm !… O zamanların ünlü gece kulüplerinde hayranlıkla dinlediğim o müstesna sesi… TRT İstanbul Televizyonu’nda, çekilen bir programından sonra, alkol duvarını aşmış bir durumda omuz verip, evime konuk ettiğim geceyi düşündüm !… Urla’da bana çektiği balık ziyafetini, karşılıklı “İyi ve Aşk dolu günlere” tokuşturduğumuz rakı kadehlerini düşündüm !…

FİKRET KIZILOK’u düşündüm !… Diş doktorluğunu bırakan, yozlaşan müzik dünyasına kızıp, Bodrum’da, teknesinde yalnız bir hayatı seçen dostumla dertleştiğim konular aklıma geldi… “Yoz Müzik” anlayışı, bazı duyarlı sanatçılar gibi onu da hayli kızdırmış, bezdirmişti !… Onu ihmalkar bir zaman birimi sonrası aradığımda nasıl sitem etmiş, beni nasıl fırçalamıştı ?…

AŞIK VEYSEL’i düşündüm !… Köyünde onu 2. kez ziyaret ettiğimde, ona seslendiğim zaman bana adımla “Hoş Geldin Hasan kardeş !…” dediği andaki şaşkınlığım ve sonrası duyduğum onur aklıma geldi !… Görmeyen ve de beni 2 yıldır duymayan üstadın bu cevabı beni nasıl duygulandırmıştı ?…

CAN YÜCEL’i düşündüm !… Söz verdiğim halde sonrasında, şarap şişelerinden korktuğum için Kuşadası’na şiir resitalim için ektiğim o devin, bana fena kızarak, telefonda sıraladığı, hak ettiğim küfürler aklıma geldi… Kahroldum bir kez daha bana küs gitmesine ?…

ÖZDEMİR ASAF’ı düşündüm !… Dibini aşk şiirleriyle oyduğumuz, yerlerde şarhoşluğun en masum rezilliğini yaşadığımız, şafağa süklüm püklüm astığımız o gece geldi… Beş parasızlığı umursamayıp, dizelerle servet yaptığımız o geceyi nasıl unutabilirim ki ?…

BERKANT’ı düşündüm !… Şarkısıyla hepimizi “Samanyolu”na tırmandıran, geçimini yıllarca evinden uzak diyarlarda şarkı söyleyerek kazanmaya çalışan sanatçımla yaptığım 3 Anadolu Turnesini düşündüm… Yoğun burun kanaması sonrası Tokat’tan Ankara Hacettepe Üniversitesine, imzayla sorumluluk altına girdiğim, 124 Murat ile arka koltuğa yatırarak yetiştirdiğim kabus dolu saatler geldi…

NECDET TOKATLIOĞLU’nu düşündüm !… Yıllar sonra Antalya’da konser vereceği otel salonunun tıka basa dolu olduğunu görüp, “Hasan’cığım, görüyorsun, unutmamışlar beni ?…” deyip, boynuma sarılışı gözlerimin önünde… Hayatı boyunca hep “Bir Sevgi İstiyorum !… “ dedi !… Bence o sevgiyi ona layıkıyla gösteremedik ?…

Böyle kıymetler neden hep yaşamımızdan ayrıldıktan sonra akla gelir, karşılık bulur ?… Neden ?… Unutkanlık desem değil ?… Zamansızlık desem hiç değil ?… Peki ya niçin ?… Niçin onları yanımızdayken içtenlikle kucaklamayı “Pas” geçeriz ?… Ve esas üzücü ve düşündürücü olan, sonrasında gün be gün uzaklaşırlar, unutulmaya yüz tutarlar ?…

Onları çok arayacağız, çoook ?… Veee… bir sevgi aramanın ne demek olduğunu her geçen gün daha iyi anlayacağız !…

Sabah olmak üzereydi…
Sanata ve sanatçıya değer verilmeyen, dahası bazı ucube yaratıklarca içine tükürülen bu yalan dünyada arkasından yapmacık, göstermelik ağıtlar yakılmaya kalkılan Türkiye’de daha böyle kaç hüzün yaşayacağız diye düşündüm durdum…
Düşünüp durmak zorundaydım !…
Çünkü, toplum olarak bu bizlerin ayıbı, vefasızlığıydı !…
Ve onlara artık “Özür” dilemek için vakit çok geçti !…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s