BERKANT’LA TOKAT-ANKARA HATTI… Hasan Uğur Epirden

Menajerlik hayatımda en zor dönemlerim hep konser turneleri
olmuştur…Solistleriyle, müzisyenleriyle, sazlarıyla, teknik ve idari
ekiplerinle, üstelik bagajların ve arka koltukların tıka basa alet edavat
ve bavullarla dolu bir turne otobüsüyle 40 gün 40 gece il il, ilçe ilçe
Türkiye’yi karış karış günde çift konser vererek dolaşmak, öyle her
babayiğidin harcı değildi…

Bazı günler matine/suare, bazı günler birbirine yakın sayılabilen 2 ayrı belde veya şehirde 2 suare…
Kilometrelerce yol… Yorgunluk… Uykusuzluk…

Amaç ekmek parası… Acı tatlı bir sürü anı… Sevinçler… Üzüntüler…

Televizyonun esamesinin bile okunmadığı zamanlarda bizleri görmek ve izlemek için saatlerce kapılarda bekleyenler, birbirlerini çiğneyenler… Her şey bir gülücük… bir dokunuş… şansları yaver giderse bir imzalı fotoğraf için… içten ve
katıksız saf bir sevgi… Ve alkışlar… alkışlar…

Ancak bazen işler hiç te ümit ettiğiniz, beklediğiniz şekilde geçmez…
İşte belleğimden hiç silinmeyecek, anlatırken bile aynı heyecanı duyduğum
bir anı…

Biraz üzücü… biraz buruk… Ama anı işte…

Nice güzellerinin yanında o da yerini alıvermiş…

Paylaşmak istedim…

Sene 1980…

Bir ilkbahar turnesi…

Kadro geniş…

Kimler yok ki ?..
Rahmetli Safye Filiz As solistimiz…

Rahmetli Berkant, Arif Meşhur, rahmetli Alev Altın, rahmetli Cevat Kurtuluş… Tokat’tayız…

Bir sinema konseri…

Kuliste Berkant, elinde demli çay bardağı, sırasını bekliyordu…

Birden burnu kanamaya başladı…

İlk önceleri fazla önemsemedik… Hatta her zaman tıbbi müdahalelerde olduğu gibi burnuna pamukla sıkıca bir tampon yaptım…

Kadronun hem patronu yani menajeri, hem de sağlık görevlisiydim…
Şaka bir tarafa, onlarca sanatçıya iğne yapmış, valizimde taşıdığım bir torba ilaçla adım doktora bile çıkmıştı…

İnsan haklarına bile aykırı olan üniversite sistemimiz öyle buyurduğu için çok arzu etmeme rağmen tıp yerine hukukla tanıştırılmıştım ?…

Bu yüzden niye yalan söyleyeyim, bu yakıştırma pek hoşuma gitmiyor da değildi…

Safiye hanıma hazırlanmasını ve Alev Altın sahneden iner inmez, Berkant’ın
sırasını üstlenerek sahne almasını rica ettim !… Amacım vakit kazanmak,
Berkant’ın burnunun kanamasının dinmesini beklemekti…

Ancak Berkant’ın burnu gittikçe daha beter kanamaya başlayınca ve de tıbbi
tamponlarım (!) işe artık yaramamaya başlayınca panikleyerek, Tokat Devlet Hastanesine kaldırdık…

Durum sandığımızdan da ciddiydi…

Kulak Burun Boğaz uzmanı doktor, Berkant’ı acil’den vakit geçirmeden ameliyathaneye aldı…
O ameliyathanede cebelleşirken, ben kapı önünde volta atıyor, bir durum
muhakemesi yapmaya çalışıyordum…

Berkant kadronun önemli ve nadide bir parçasıydı… Gerçi O’nun sağlığı
her şeyden önemliydi ama turnecilikte afişte olan bir sanatçının sahneye

çıkmaması büyük problemleri de beraberinde getirirdi… Bir kere halktan
mutlaka birkaç çatlak sesli çıkardı…

“-Bana ne !… Paramı verdim, isterim !…”

Yerel organizatör de, fırsat bu fırsat deyip mutlaka paranı kesmeye kalkar, bu kesme ölçüsü de genellikle fazla kaçar, elinize tutuşturulan ise ancak kuş yemi almaya (!) yeterli kalırdı !…

Ama ya Berkant’ın hayati bir durumu söz konusu olursa diye daha insaflı ve insancıl bir düşünce beynimi çoktan istila etmişti… İşte o zaman elimde filtresine dayanmış bir sigara gördüm… Yahu ben sigara kullanmıyordum ki ?… Birden yanımda dolanan hastabakıcının sesini duydum… Elindeki paketi uzatmıştı…
“-Abi !… Yak bi tane daha ?…”

Elebaşını böylelikle çözmüştüm… Ama ne zaman bana sigara paketini
uzatmıştı ?… Ben nasıl uzanıp, almıştım ?… Üstelik sigarayı kim
yakmıştı… Ve o sigara meretinden kaç nefes içime çekmiştim ?.. İşte tüm
bunlar muammaydı ve cevapları da yoktu…

Birden “Ameliyathane”nin kapısı açıldı… (Sadece Türk filmlerinde
olmuyor !…) Sedyeyle Berkant’ı çıkardılar…

Şöyle iyice bir bakıp, tanımaya çalıştım… Her halde Berkant’tır diye düşündüm… Tanımak oldukça zordu, zira yüzü burnuna yapılan tampondan gözükmüyordu…
Yarı baygın bir haldeydi… Belliydi ki çok çok canını acıtmışlardı…
Sargılar arasında bir tek süzgün , acı dolu gözlerini gördüm… Dalgın
dalgın bana bakıyordu… İnsanın sanatçısını, sevdiği bir dostunu o halde görmesi ne feciydi ve ne dayanılmazdı !…

Özel bir oda açıldı ve Berkant yatağına yatırıldı… Kanamayı kısmen de
durdurabilmişlerdi durdurmasına ama bu bir atar damar çatlağıydı,
tehlikeliydi ve yapılan müdahaleyle “inferiör tampon” konulmasına rağmen
damar hala büyük bir kanama yapabilirdi !…

Doktor hala alnındaki terleri siliyordu… Heyecanlıydı ve de bu konuşurken
sesine de ister istemez yansıyordu…
“-Geçmiş olsun !… Ama şimdilik !…” dedi… ve ekledi… “Acil kana
ihtiyacımız var !…”

Gecenin ikisi çoktan olmuştu ve tüm ekip hastaneye dolmuştu… Onları
yatıştırmak ve otele göndermek için de ayrı bir efor sarf ettim… O saatte dostum bir albayı uyandırdım… Sağ olsun bana 3-4 er gönderdi…

Artık Berkant’ın başucundaki askıda hem serum şişesi, hem de kan poşeti
vardı… Nefes almakta zorluk çekiyordu… Bu yüzden ara sıra da oksijen
veriliyordu… Ancak Berkant direncini tüm konuşmalarıma ve moral dolu sözcüklerime karşın yitirmişti… Baygın baygın yatağında yaşam mücadelesi veriyordu… Bu gayet normaldi, çünkü bayağı kan kaybetmişti… Bu arada ben de yorulmuş, ve halsiz kalmıştım… Berkant’ın yatağının yanına çektiğim bir metal iskemlede, sözde O’na refakat ederken, kafam düşmüştü…

Allah dürtmüş olacak ki bir an sıçrayarak uyandım… Manzara dehşetti…
Berkant’ın yastığı ve hatta yatağı kan içindeydi !… Hayatımda hiç bu kadar kanı
bir arada görmemiştim… İrkildim ve koridora çıkarak bağırdım !…

Gene bir hareketlenme… bir telaş… bir trafik… Başladığımız yerdeyiz !… “Ameliyathane” kapısı…
“-Sigaran var mı ?…” diye sordum hastabakıcıya !…

Tam bir saat sürdü ikinci müdahale… “Ameliyathane”den çıkan doktorun konuşmasına, bir şey söylemesine gerek yoktu… Yüzü ve gözleri her şeyi ifade ediyordu…
“Burada yapabileceğimiz daha fazlaca bir şey yok !…” dedi… ekledi…
“-Belki Ankara…”

Önüme Türkiye haritasını serdim… Zaten ezbere çizecek kadar da
dolaşmıştım… Ama bu kez kilometre hesabını tam yapmalıydım…
Dakikaların bile önemi vardı… Tek çare kalmıştı… O da her ne pahasına olursa olsun bir riski üstlenerek, Berkant’ı Ankara’ya yetiştirmekti !..

Telefonlar açıldı… Durum hakkında bilgi verildi… Hacettepe Hastanesi’nde hazırlık başladı !… Doktorlardan garanti alındı… Koca Hastanenin ambulansı o yolu çıkartabilecek durumda değildi… Bizi yetiştireceğim derken yarı yolda da bırakabilirdi…
Asistanım Tamer
Şahin’e seslendim !…
“-Murat 124’ü hazırla !…”

124 o sıralar bizim makam arabamız (!) sayılırdı… Sayılırdı sayılmasına ama
küçüklük olarak Wolswagen ile yarış halindeydi…

124’ün arka koltukları artık Berkant’ın yatağıydı…

Berkant’ı hastaneden çıkartırken burnuma uzatılan sorumluluk yükümlülüğünü de bir güzel imzaladım !.. Doktor sırtımı sıvazladı…
“-O’nu sen kurtaracaksın…” dedi…

Türkiye’ye mal olmuş bir star… Sanatçım !… Üstelik dostum !…
Hayati tehlike… Ve aldığım büyük sorumluluk !…

Berkant arka koltuğa usulca yatırıldı… Bir dolu ilaç verildi… Serum şişesi… Kan poşeti… Yolda kanı koagüle edecek, (koyulaştıracak) ilacı çekilmiş koca bir enjektör…

Tamer kaptan süreyi 4,5 saat olarak belirledi !… Berkant’ın elini tuttum,
sıktım… Aynı şekilde cevap verince moral buldum… Hele göz kırpınca
dünyalar benim oldu…
“-Hadi !…” dedim Tamer’e… “-Gazla !…”

Öğleydi… Saatler 12’yi gösteriyordu… Levha da Ankara’yı…
Hacettepe Üniversitesi Hastanesine vardığımızda acil servis bizi
bekliyordu… Berkant’ı emin ellere teslim ederken hayatımın en mutlu ve gururlu
anlarından birini yaşıyordum…

O sadece bizim için değil, tüm ülkemiz için önemliydi… “Bay Samanyolu”ydu… Ve bir şarkıydı, ömür boyu sürecek !… Dudaklarımızdan yıllarca düşmeyecek !… Kalplerimizden de !… Gecelerimizde…
Bazen bir anı kadar yakınımızda… Bazen se Samanyolu kadar uzaklarda…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s