BÜYÜTEÇ… / Hasan Uğur Epirden

Bir ülkenin çağdaş seviyesini anlamak için neler yapıldığına, neler yaşandığına bakmak yeterlidir… Politikada, sanatta, sporda, turizmde, ekonomide ve de tabii ki eğitimde…

Tüm bu konularda o ülkenin gençlerine ne verildiği büyük önem taşır… Çünkü geleceği daha yukarılara taşıyacak ya da ülkelerine seviye kaybettirecek nesildir onlar…

80 milyonluk ülkemizde de duruma bu açılardan bakılıp, gerçekçi ve objektif bir nabız yoklaması yapıldığında hüsranla karşılaşmaktayız ?…
Nüfusumuzun 3,8 milyonu okuma-yzma bilmemektedir !… 6 ülke genelinde, 15 yaş grubunda yapılan geniş çaplı araştırmada fen bilimlerinde 43. matematikte 44. eğitimde 42. sıradayız…

Sporumuzun ve eğitimimizin birbiriyle bir türlü entegre edilememesi sporda da 41. sırada yer almamıza sebebiyet vermektedir…

Eğitim gittikçe çağdaşlıktan uzaklaştırılmakta, din üzerinden tadilatlar (!) yapılmaktadır !…

Sporumuz tamamen politize olmuş, federasyonlar hükumetin oyuncağı hatta kuklası haline getirilmiştir…

İşsizlik oranının tavan yaptığı, ekonominin çöktüğü, turizmimizin can çekiştiği, eğitim ve sporumuzun içler acısı duruma sürüklendiği, kültür ve sanata sırt dönüldüğü ülkemizde halkımızın ne derece endişe yaratacak durumda olduğu sadece televizyon programlarından bile rahatlıkla anlaşılır durumdadır !…

İnsan beyni basit çalışır… Haz ve doyum arar, acıdan kaçar… “Yemek buldun ye, dayak buldun kaç…” sözünü mutlaka duymuşsunuzdur ?… İşte bu söz alt beyni ile yaşayan, üst beynini geliştirememiş olan toplumların genel özelliğidir… Çünkü üst beyni kullanmak, düşünmek ve sorgulamak demektir… Beyin yeterince olgunlaşmamışsa, kişi zordan, acıdan kaçar, mücadele etmez, hazıra konmayı seçer ve bekler…

Zaten konuyu bilimsel olarak değerlendirdiğimizde, halkımızın 12 Eylül gibi darbeler ile büyümesine ve olgunlaşmasına izin verilmemiş olan bir toplum olduğu gerçeğini görürüz !… Tıpkı bir ergen gibi alt beyni ile dürtüsel bir yaşantıya mahkum edilmiştir !…

Sistem böyle işlerken, bazı kıvrak zekalı, iletişim dahileri, bencil yöneticilerin elinde hamur olmuşlardır !… Olup biten yanlışları düşünüp, doğruları bulup, tepki vermek, yani ülkesine katkıda bulunması gereken birey olmak yerine kıymetli zamanını spordan saydığı, kendisine afyon verilerek, bu iş için özenle seçilen (!) ünlülerden (!)oluşturulan Survivor’ı spordan sayarak, iğrenç çöpçatan (!) evlilik programlarını, dedikodularla özel hayatlara kadar girilen had aşımıyla renklenen (!) magazin programlarını tercih ederek tercih etmekte, yani problemleriyle savaşmaktan kaçmakta, sorunlarla yüzleşmek ve gidermek için mücadele vereceğine, teselliyi kadehlerde arayan arabesk film kahramanları gibi haz ve doyumunu bu tip abuk subuk programlarında aramaktadır ?…

“Arabesk” tanımlaması yaparken, burada aydın, elit, çalışkan, dürüst kişilerle bu halk gurubunun bir sınıf restleşmesi vardır ki bu çok tehlikeli bir ayırımcılık, ötekileştirmedir !…

Arabesk takılanlar kendileri ile özdeşleştirdikleri kahramanlar yaratırlar… Kendilerini o kahramanlarda bulurlar… O kahramanlar da, diğer bir deyişle o zümrenin ta kendisidir !… İşte bundandır, o vatandaşlarımızın normal hayatta alamadığını ekranlara sözünü ettiğim programlarla bağımlı hale gelerek tatmin olmaları… Tıpkı “Şaban” filmlerinde olduğu gibi ?… Çünkü “Şaban” ta kendileridir !…

İşte Survivor’da da durum böyledir !… 100 Numaralı (!) Adamlar yaratılır, ağız dalaşı, hakaret, küfür, saldırganlık hatta kavga eksik olmaz !… (Evlilik programlarında da aynı tabloları yaşarız…) Halk ekranda o kişilerin peşine düşürülür… Ve ortaya yanlış programcılığı tetikleyen “Reyting” başarısı (!) çıkar…

Acun Ilıcalı’nın, “Şaban” etkisi gösterebilecek bu kişileri seçebilme becerisi işte bu uyaklığın ve zekanın (!) ürünüdür !… Hatta bazen işine (!) kendisini fazla kaptırdığından kendisinin bile “Şaban” etkisinde kaldığı görülür ?…

Türk toplumu üzerinde “Şaban” etkisi gösteren bir reyting makinesi olan Nihat Doğan’dan da bahsetmeden geçemeyeceğim ?… Ona baktığında kendisini gören ve özdeşim kuran yabana atılmayacak çoklukta bir kitle vardır !… Bunun sebebi açıktır… Varoş aksanı ile konuşması, onların tepkilerini koyması, yani en alttaki çoğunluğa hitap eden kişiliğidir !…

Günümüz gençlerini genel olarak değerlendirdiğinizde birçoğunun özelliğinin Nihat Doğan ile benzeştiğini göreceksiniz… Örneğin konuşurken çok gürültü çıkaran, beylik laflarını ağzından düşürmeyen, delikanlılıktan (!) taviz vermeyen davranışlarını…

Günümüz gençlerinin çoğunun konuşması, tıpkı Nihat Doğan gibi, çok biliyormuş gibidir ama arka planları bomboştur… Sosyal medyada sık sık bu tip “Küçük dağları ben yarattım !…” edasıyla konuşanlara mutlaka rastlamışsınızdır !… Ellerinde en pahalı cep telefonları vardır, ama ceplerinde beş paraları yoktur !… Çok konuşup ahkam keserler ama hiç bir şeyden bilgileri yoktur, anlatmaya çalışsanız da sorun yaşarsınız !…

Kısacası, halkı, gençliği yanlı yanlışlara yönelterek, umut tacirliği yapanların bir çürütme sürecini yaşıyoruz ki yukarıda da vurguladığım gibi, ülkemizin geleceği açısından endişe vericidir…

Bu açıkça, konuşmayan, her söylenene itaat eden, tepki vermeyen, sosyokültürel açıdan içi boşaltılmaya çalışılan bir Türk toplumu yaratma planının ta kendisidir !…

Bu plan, beyinleri savunmasız olan çocuk ve ergenlerde çok tutar, davranış bağımlılığı yapar, tedavisi (!) çok güçtür !…

Toplum bozulmuşsa, etik değerler kaybolmuşsa; amaca giden yolda her şey mubah anlayışı ile sistemden beslenerek ortaya çıkar, bu da o toplumun ne yazık ki sonunu hazırlar !…

Bilim insanlarının adam yerine konulmadığı, seyirciyi ekran başına bağlamak için reklam psikolojisinin hilelerinden yararlanıldığı ülkemizde ne acı ve düşündürücüdür ki, ekilenin biçildiği günleri yaşamaktayız !…

Biliyorum, paylaşmak üzere olduğum bu yazım, yel değirmenlerine karşı bir Donkişot mücadelesidir !…
Ama unutmayalım ki, insanlar yel değirmenlerini değil, Don Kişot’ları hatırlar…

Yorum bırakın