Sevgili Beden Eğitimi hocam HÜSNÜ GÖKÇEN anısına…
Hasan Uğur Epirden
Saint Michel’de, okulun en popüler öğrencisi, en gözde sporcusu olmak niye yalan söyleyeyim beni biraz şımartmıyor değildi…
Kolay değildi.Okulun hem futbol, hem voleybol, hem de basketbol takımlarında yer almak, arada sırada masa tenisinde raket sallamak, yaz aylarında ise bol bol yüzmek ve uzun mesafeli yarışlara katılmak !…
Ama bir gün, kendimi hiç bilmediğim ve hiç anlamadığım bir başka spor dalının da palas pandıras tam içinde bulacağımı niye yalan söyleyeyim hiç düşünememiştim…
Okul çıkışında Beden Eğitimi hocam, rahmetli Hüsnü Gökçen heyecanla yolumu kesti ve boynuma sarıldı…
“- Aslanım !.. Yavrum benim !.. İyi ki karşıma çıktın !..”
Hoppala !.. Bayram değil, seyran hiç değildi… Son maçımızı kazanalı da 10 gün olmuştu. Bu adamcağız beni böyle salya sümük niye öpüyor diye düşünmeme kalmadı, devam etti…
“-Yarın sabah spor ayakkabılarını, okul eşofmanlarını çantana koy, kapının önünde saat 09.00’da buluşalım…”
Merakım gitgide artıyordu… Acaba birlikte kros mu yapacağız diye bir ara düşünecek ve kurgulayacak oldum ama tembelliğim üzerimdeydi ve de merakımla çoktan flört etmeye başlamıştı…
“-Hayrola hocam ?.. ne iş ?…” diyecek oldum !… Lafı ağzıma tıkadı…
“-Çok hoşuna gidecek evladım… Merak etme… Arkandayım.,.” dedi…
Fesupanallah !… Yahu hoca yoksa beni zamparalığına ortak mı ediyor diye sarışın, esmer, kumral düşüncelerle ve hayallele daldım… Daldım dalmasına da hoca en müstesna yerinde kolumdan tutarak sarstı… CIA ajanları gibi etrafını yokladıktan sonra gizli ve büyük sırrını bir balet gibi parmaklarının ucunda yükselerek fısıldamaya başladı…
“-Yarın Liselerarası Serbest Güreş Birinciliği var !…”
“-Valla ben pek sevmem, anlamam da… Sen bensiz seyret hocam !…” dememe kalmadı lafımı ağzıma tıktı !…
“-Seyretmeyeceksin, güreşeceksin !..” demez mi ?…
Haydaaaa !… Bu da şimdi nereden çıktı diye şoka girdim… Kendimi toparlayıp karşı taarruza geçtim…
“-Hocam, ben hayatımda bir kere, o da 1967 yılında Dolmabahçe Stadında, Avrupa Serbest Güreş Şampiyonasını tribünden, 50-60 metre uzaktan izledim !… Ne kurallarını bilirim, ne de tekniğini !… Sonra hocam söyler misiniz bana lütfen, ben size ne yaptım da beni böyle, göz göre göre cezalandırıyorsunuz ?…” dememe kalmadı, en şirin halini alarak, arkamı sıvazlayarak kibarca sırıttı…
“-Sen benim aslanımsın, jokerimsin… Her şeyi başardın !… Bunu da başaracaksın !… “
“-………….”
“- Zeka sende !.. Kuvvet sende !.. Vücut sende !.. Yoksa korkuyor musun ?.. Yoksaaa korkuyor, kendine güvenmiyor musun ?…”
Bakar mısınız dolduruşa ?… Kaşar Hüsnü hoca… Karşısında Tıfıl Hasan kulunuz !…
“-Kim ben mi ..?” dedim horozlanarak başımı dikleştirdim, midemi içeri çektim…
“-Kimden korkacakmışım ?.. Okey hocam !… Yarın saat 09.00’da… burada…” deyiverdim bir “Mehmetçik” edasında…
Hüsnü hocanın gözlerinin içi güldü…zıplayarak boynuma sarıldı (Boyu 1.60’tı da !..) Yanaklarıma iki salyalı öpücük kondurdu…
“-Koçum benim !.. Sen tanıdığım en büyük sporcusun !.. Bu akşam erken yat,Yarın büyük gün !..” diyerek sağ yumruğunun baş parmağını yukarı kaldırarak zafer işareti yaptı
Valla Hüsnü hoca bir ömürdü !.. 5 dakikacık, beni dolduruşa getirip, ikna etmeye yetmişti… Gerçi ayrılırken gözlerinin bebeklerindeki pırıltının içinde o hinliği görmüştüm ama biraz geç kalmıştım… Zaten “Hayır !..” desem okulun Beden Eğitimi dersinden ikmale kalan tek öğrencinin bendeniz olacağı kesindi… Düşünebiliyor musunuz , mesela yaz tatilinde kızlar soruyor bana !…
“-İkmale kaldığın ders hangisi ?..”
“-Beden eğitimi !..”
“-Hi hi hiiiiiii !!!!!!!!!!!!!…”
Gecem uykusuz, üstelik her zamankinden uzun geçmişti… Babamın kütüphanesinde bulduğum tüm pehlivan kitaplarını indirdim ve hatmetmeye çalıştım… Ancak tüm arama uğraşlarıma rağmen güreş kurallarını ve oyunları içeren bir kitap bulamadım… Zaten zamanım da kalmamıştı… Sabah ezanı çoktan okunmaya başlamıştı…
Vefa kapalı salonu, stadın içerisinde yer alan köhne bir binanın zemininde yer alıyordu. Küçücük bir salondu ve balkon tribünleri takriben 100-150 kişi alıyordu… Hüsnü hocanın bana uzattığı, sonradan güreş mayosu olduğunu öğrendiğim giysiyi giyip de ayna karşısına geçince önce bir kahkaha attım, sonra birden ciddileştim… Kendimi “Hilkat garibesi” gibi hissetmeye başladım… Kaşlarımı çattım, gerildim… Üstelik üzerimdeki mayonun içine bir kişi daha girebilirdi… İyi ki askısı vardı… Vardı da üzerimden sıyrılıp beni anadan üryan bırakmıyordu… Ellerimi açtım, Allah’a yalvardım…
“-Allah’ım bana güç ver… Şu günü kazasız belasız, kimseye görünmeden atlatayım !..” diye duamı tam bitirirken, içeriden, salondan “-Büü-yük Haa-san !..” “-Şam-pi-yonn !…” diye tezahürat sesleri gelmeye başlamaz mı ?… Burada da karşıma adaş biri çıktı diye hayıflanırken kapı açılmaz ve içeri Okulumuzun amigosu sıra arkadaşım Kerope girmez mi ?.. Boynuma sarıldı, bir elense çekti… ( O hareketin elense çekme olduğunu sonradan öğrendim !…)
“-Merak etme !.. Yalnız değilsin !… Hepimiz buradayız !.. Bir otobüs daha hareket etti okuldan… Biraz sonra onlar da burada !…” deyince durumumun ne kadar vahim olduğunu anladım !… İşte şimdi tam yanmıştım !… ”
“Ahhh be Hüsnü hoca !… Bari dilin tutulsaydı da…” diye söylenirken kendimi altı okka tartının üzerinde buldum !… Meğerse güreşte kilolara göre sikletlere ayrılıyormuşuz ?…
Hiç unutmam, 73 kilo gelmiştim. Beni 74 kilo sikletine aldılar… (Şimdiki kilomla torpil yapsam süper ağır siklette bile güreştirmezler…) Çekilen kurada da 1. turdaki rakibim de belli oldu…
Mehmet Beyazıt Lisesinden, sonradan benim gibi tam takır bir kurban olduğunu öğrendiğim uzun saçlı, modern ve jantiy bir çocuktu…
Mindere çıktığıma yer gök “-Büy-yük Ha-san…” diye inliyordu… Minder hakemi de babacan biriydi… Düdükle birlikte Mehmet Beyazıtlı ile birbirimize girdik. O altta, ben üstte…Ben altta, o üstte… Birbirimizle çayırdaymış gibi yuvarlanıyoruz… Hakem de elleriyle devamlı rakamlar işaret ediyor, daha doğrusu bir elini kaldırarak işaret ederken, diğer boş kalan eliyle de gülerken düşmemesi için düdüğünü hatta takma damağını tutuyordu…
Tabii bana Hüsnü hocayı soracaksınız, biliyorum !… Anlatayım… Hüsnü hoca, minderin dibinde, kendinden geçmiş, devamlı bağırıyordu…
“- Aslanım benim !… Vur yere onu !… Bitir işini !… Dikkat et köprüye sakın geleyim deme !…”
Hoca heyecandan ne söylediğini şaşırmış diye düşündüm bir an !… Öyle ya, köprüde bu saat ne işim vardı ?
Keskin bir düdük bütün gürültüyü deldi geçti !.. Hırsız kovalayan bekçilerinkini andıran diğerleri birbirini peş peşe izledi… Ancak o ilk düdüğün bizim babacan hakemin bitiş düdüğü olduğunu fazladan güreştiğimiz 2. dakikanın sonlarına doğru anlayabilmiştik !… Hakemin kollarını çapraz vaziyete getirmesi de meğerse oyunun bittiği işaretiymiş, sonradan öğrendik !… Tabii anlayana kadar dediğim gibi güreşin hakkını da fazlasıyla vermiştik (!)…
Hakem bizim ikimizin arasına girdi ellerimizi eline aldı (Bir an şüphelenir gibi oldum…) ve benim elimi havaya kaldırınca kazandığımı anladım !…
Salon yıkılıyordu !.. Hüsnü hoca minderden iner inmez belime sarıldı…(Boyu ancak oraya erişiyordu…)
“-Aslanım benim !.. Ben sana dememiş miydim bu işi sen bitirirsin diye !…”
Yahu hoca galiba haklıydı !.. Sahiden de bayağı iyi güreşmiştim… (!) Kazanmıştım… Tezahürat kesilmek bilmiyordu… Kerope ise tribünden aşağıya atlamış, bir taraftan bizimkilerin tezahüratını düzenlerken, diğer yandan da bana öpücükler gönderiyordu…
Kızmayın bana ama benim yerimde kim olsaydı benden daha çok havalara girerdi… Yürüyüşüm bile değişmişti… Hele hele 2. turdaki rakibimi de görünce iyice havaya girdim… Garibim İmam Hatip Okulu öğrencisiydi !… 3 numara tıraşlı bir kafası, şeşi beş bakan gözleri vardı… Kısa, bastıbacak biriydi !… Ne de utangaçtı öyle ? Ona yaklaşıp, minder kenarında, tepeden en keskin bakışlarımı fırlatıp, sırıttım… Belki de benden korkar, mindere bile çıkmaz diye bile düşündüm o an… Ancak tüm bu intibalarımın ve tahminlerimin ne kadar yanlış olduğunu kısa bir süre sonra anlayıverdim…
İlk şoku daha minderde güreş başlamadan önce, elimi başarılar dilemek için sıkarken yaşadım !… Ulan, herifçioğlununki el miydi, yoksa mengenemiydi çözemedim !…
Ve…büyük müsabaka başladı… Anaaaaa !… Daha düdükle birlikte herifçioğlu bacaklarıma bir daldı… Ayaklarım yerden kesildi… Adam beni aldı omzuna, piste iniş iznini alamamış THY uçağı gibi havalarda gezdiriyor !… Sonrası, atıyor mindere bir un çuvalı gibi… Arkama dolanıyor… Arkaya dolanmak bir puanmış ama benim endişem puanda değil… Alsın bütün puanlar onun olsun da… biraz ayıp oluyor… Herifçioğlu oğlancı da, beni gözüne mi kestirdi diye kızmaya başlıyorum !… O güne kadar şükür, namusumuza, iffetimize laf ettirmemişiz ?…
Yok kardeşim… sinirlerimin katsayısı artıyor… Hakem ayağa kaldırıp, tam beni kurtarıyor, O aşağı alıp, arkama geçiyor !… Bir değil… İki değil… beş değil… Aaaaaaa fena yapacağım, orasını burasını kopartacağım ama fırsat olmuyor ki ?… Şeytan diyor koy yumruğu burnunun ortasına !… Ah ulan !… herifçioğlu karşıma kavgada çıkacaktı da…
Bu arada tribündeki tezahüratın yerini şamata alıyor…
“-Ooooohhhh Ohhhh !…”
Ulan şu güreş kazasız belasız bir bitsin, ben size gösteririm diye burnumdan soluyorum… Kenardan da Hüsnü hocanın sesi de kakafoniyi tamamlıyor !…
“-Dayan aslanım !.. Sen de vur onu yere !…”
Sinir katsayım artık saygı sınırlarını çoktan zorlamaya başlamıştı…
“-Ulan, demesi kolay !… Gel de sen vur !…”
Müsabakanın sonucunu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim… Size bir tek şey itiraf edebilirim ki, hala o müsabakayı hazmetmiş değilim !… Herifçioğlu tüm puanları arkama dolana dolana, teker teker almıştı !… Zaten o gündür, bu gündür, böyle bir kuralın erkek sporu olan güreşe (her ne kadar günümüzde bayan güreşi de başlamışsa da) ters geldiği düşüncesindeyim… (Arkaya dolanmak faul veya centilmenliğe aykırı hareket olarak ihtarla cezalandırılsın… Bayanlar için bir sakıncası yok !…)
İmam Hatipli’nin sonradan milli güreşçi olduğunu öğrendim de, biraz gönlüme su serpildi (?)… Ama siz gelin bizim okuldaki fırlamalara bunu anlatın !…
Birkaç hafta okulda popülaritem (!) daha da artarak devam etti !… Özellikle ders araları ve teneffüslerde müsabakalara gelenler, gelemeyenlere hakkımda uzun brifingler verdiler… Dame De Sion’lu kızlar ise uzun bir süre yanımdan geçerlerken hep kikirdediler, durdular… İşte o zaman iki okulun arasındaki yakınlığın Notre Dame De Sion’lu rahibeleri (sörleri) üzebilecek boyutlara geldiğini fark ettim…
Tabii siz bana “-Hüsnü hoca n’oldu ?..” diye soracaksınız !… Siz sormadan ben söyleyeyim…
O günden sonra Hüsnü hoca bana kendisini affettirebilmek ve beni bunalımdan çıkartabilmek için bana hep bayan güreşçi aradı durdu !… Ama Allah vergisi işte !… Kapasitesi o kadarmış !… Kahretsin !… Onda da başarılı olamadı !…
Sevgili rahmetli HÜSNÜ GÖKÇEN hocamın anısına… Yaşasaydı mutlaka bu yazıma hoşgörülü olurdu ve de kıs kıs, hince gülerdi diye düşünüyor, ona ithaf ediyorum…
NUR İÇİNDE YAT HOCAM !..